Talihsiz serüvenler dizisi

Saf yeteneklerle donatılmış birçok basketbol yıldızı, tüm heybetiyle parlamaya hazırlanırken bir daha uyanamayacağı sakatlık kâbusu ile tanıştı. Bu talihsiz durumun NBA'deki en bilindik örneklerinden, Jordan'ın Bulls'taki veliahtı gösterilen Derrick Rose başta olmak üzere Yao Ming, Andrew Lee Bynum, Greg Oden ve Brandon Roy'un yarım kalan hikâyelerini bir araya topladık...

Talihsiz serüvenler dizisi
05 Ağustos 2020 - 13:16 - Güncelleme: 06 Ağustos 2020 - 11:16


HIRSINA YENİLDİ
DERRICK ROSE


"Bulls'un üzerindeki ölü toprağını atan Rose'un ilk sakatlık kâbusu 8 ay sürdü. Geri döndüğünde hiçbir şeyin eksilmediğini kanıtlamaya çalışırken, insan metabolizmasına meydan okudu. Bu yükleme diğer dizinden menisküs sakatlığı yaşamasına yol açtı. Daha sonra ise hiçbir şey eskisi gibi olmadı."

KEMAL ILIKKAN

Derrick Rose’un hikâyesi, NBA’in en hüzünlülerinden biridir. Rose bir dönem için NBA’in 1 numarası olarak gösterebileceğimiz isimlerden biriydi. 1 numara denince, akıllara Kobe Bryant gelir; o yüzden bir tereddüt yaşadım ama her zaman kendi hayran kitlesi için bir numaraydı Derrick Rose...

Onun ikinci kez sakatlandığı maçı hatırlıyorum. Karşılaşmanın yönetmeni, o an ekrana gözlerini getirmişti ve onu bilerek yapmıştı. Herkes, her şeyin bittiğini onun gözlerinden okumuştu ve bir sporcu için, yıldız bir sporcu için en acıklı anlardan birine tanıklık etmiştim.

Rose’un bir önemi de, Michael Jordan sonrası, Bulls’un dibe vurduğu dönemlerde, taraftarlar yeni bir kahraman bekliyordu; biri gelecek ve Bulls efsanesi yeniden canlanacak. Bu bekleyiş 10 yıl sürdü. Ta ki 2008 draftı’nda Derrick Rose’un 1. tur 1. sıradan seçilmesine kadar, en azından bir süre öyle zannedildi. Lotaryaya kadar düşen Chicago Bulls efsanesi, şimdilik yeni yıldızını bulmuştu.

Üstelik, Rose şehrin çocuğu ve Illinois mezunu bir süperyıldız. Lisedeyken dünya çapında bir şöhret yakalamış ve gelecek vadeden bir yetenekten bahsediliyordu.

NBA tarihinde bazı ilk sıra seçimleri büyük hayal kırıklığı yaratır. Birçok NCAA şöhreti, ilk sıradan seçilip sıradan bir basketbol kariyeri ile devam etti. Asla beklentileri karşılayamadı. Ya da yanlış tercihler, tarihin başka türlü yazılmasına sebep olur ki, bunun en büyük örneği, 1984 draftında yaşanmıştı ve başrollerde yine Bulls vardı.

Clyde Drexler’ı kaybetmek istemeyen Portland, benzer bir tipteki skorer olan Jordan’ı 2. sıradan seçmek yerine, Kentucky’nin pivotu Sam Bowie’yi seçmişti ve potansiyelli bir pivotu, basketbol tarihinin en büyük ismine tercih etmişti. Neyse ki, Rose seçimi gayet isabetli olmuştu. Yani, Chicago’nun draft şansı buraya da yansıdı.

İlk sezonda yılın çaylağı, ikinci sezonda All-Star MVP’si seçilmesi, Bulls formasıyla bunu Jordan’dan sonra başaran ikinci isim oluşu, o beklenen kurtarıcı imajını daha da güçlendirdi ve bir anda onu süperstar katına çıkarttı. Kendi adına üretilen ayakkabılar, dünya çapında büyük ilgi gördü. O dönemlerde delici gard denildiği anda akla gelen ilk isim Rose idi. Bunun yanı sıra, Jason Kidd’i kıskandıracak asist potansiyeliyle bambaşka bir oyuncuydu Derrick

Rose. İstatistiklerine bakıldığında, MVP olduğu sezonda 2000 sayı ve 600 asist barajını geçerek LeBron ve Jordan ile birlikte bunu başaran üç isimden biri olduğu görülecektir.

Yıllar sonra Bulls’un Doğu’da şampiyonluk için favori gösterildiği 2012'de düşüş ya da kâbus başladı; play-off’un ilk maçında sol bacağının çapraz bağından sakatlandı ve bu onun 8 ayına mâl oldu. Derrick Rose’un nasıl geri döneceği konuşuluyordu.

Geri döndü ama hiçbir şey eskisi gibi olmadı. Sadece kenarda oturdu. Bir türlü iyileşemeyen dizi nedeniyle sezonu tamamlayamadı. Tabii ki bu süreçte NBA’de yeniden en çok konuşulan isimler Kobe ve LeBron oldu. Rose’un bu talihsiz sakatlığı, medyanın ilgisini eksiltti. Bir sonraki sezona iyi başladı ama bir şeyler tuhaftı.

Potaya gittiğinde hiçbir şeyin eksilmediğini kanıtlamaya çalışır nitelikteydi. Belki de en büyük hatası buydu. Oyununu çeşitlendirmek yerine insan metabolizmasına meydan okudu. Sen zaten çok büyük bir saha görüşüne ve asist potansiyeline sahip bir gardsın; ama insanların seni görmek istediği gibi görüp o şov dünyasının ışıltısına kapılması 2. sakatlığın önünü açtı.

Zira sezon ortası gelmeden, fazla yüklenme nedeniyle diğer dizinden menisküs sakatlığı yaşadı, ameliyat oldu; ama geri döndüğünde ne o eski Rose idi ne de NBA eskisi gibiydi. Çünkü onun tarzı, potaya gidişler bir trend hâline gelmişti. Bunu John Wall ve Kyrie Irving gibi isimler de yapıyordu. Bunlar olunca, Rose basketboluyla anılmamaya başladı. Ama acılar onu öyle bir şekilde olgunlaştırmış olmalı ki, artık basketboluyla anılmayan Rose, sosyal olaylar hakkında görüş bildirerek kendine yeni bir imaj yarattı.



EKSİK DEV
YAO MING


“Yao Ming’i hiçbir zaman bir süperyıldız olarak görmedim. Ama Çin’in inanılmaz bir pazarı var. O açıdan Yao Ming’in seviyesinden ziyade, sakatlanmamış olsaydı, NBA’in seviyesi başka yerlerde; daha yukarılarda olabilirdi diye düşünüyorum."

MURAT MURATHANOĞLU

Yao Ming’in bardağı dev bir bardaktı ama büyük ölçüde kurumuştu. Yani ben, Ming’in sakatlanmasaydı, oyununu 1-2 basamak yukarıya çıkaracağına hiç ihtimal vermiyordum; ama yaptığı belli başlı iyi şeyler de vardı. Tracy McGrady ile iyi bir ikili oluşmaya başlamıştı Houston Rockets’ta.

Yao, Çinli olduğundan dolayı, Amerika’da, NBA’in Uzakdoğu pazarında ne kadar önemli olduğunu herkes bildiği için, ona olan yaklaşım da biraz farklıydı. Nasıl olsa, oradaki oylarla All-Star seçiliyordu algısı da hakimdi. Ama tabii ki sadece All-Star seçilmesi değil, onun bulunduğu bir takımın final oynama ihtimali, özellikle yayın geliri olmak üzere, birçok açıdan NBA için bulunmaz bir nimet olurdu.

Sakatlanmasaydı, o noktaya gelir miydi? Aynı şeyi Tracy McGrady için de söylemek lazım. O da sakatlanmasaydı… Ama ikisi de sakatlanınca birçok açıdan; sadece Houston Rockets’ın potansiyelini doldurmaları konusunda değil, birçok açıdan NBA için büyük bir şanssızlık oldu. Özellikle de Uzakdoğu’da…

Yao Ming sadece Çin’de değil, o bölgede çok sevilen bir oyuncuydu. Böyle bir oyuncuyu ne kadar ekranda tutabilirsen tut; o büyük bir avantaj olacaktı. Zaten zıplayan bir basketbolcu da olmadığı için, esasında sakatlığı olmasa, belki 40 yaşına kadar bir şekilde oyunun içinde kalacaktı ve bu da NBA açısından olayı çok farklı boyutlara getirirdi.

Ama ben Yao Ming’i hiçbir zaman bir süperyıldız olarak görmedim. Bazı şeyleri çok iyi yapan iyi bir takım arkadaşı, modern basketbol diyeceğimiz bugünün basketbolundan uzak bir oyuncuydu. Fakat ABD’nin oradan mutlaka bir şey çıkartması gerekiyor. Yani burada önemli olan Çin'in inanılmaz bir pazarı olması, inanılmaz bir potansiyel var. Daha önce de bazı Çinli basketbolcuları denediler. Başkaları da gitti ama hiçbiri beklenen seviyeye gelemedi, kalıcı olamadı. O açıdan Yao Ming’in seviyesinden ziyade, sakatlanmamış olsaydı, NBA’in seviyesi başka yerlerde; daha yukarılarda olabilirdi diye düşünüyorum.

Lakin Yao Ming, öyle yada böyle NBA’e bir damga vurdu. Bu da çok önemli. Çünkü Çinli bir oyuncunun böyle bir şey yapması gerekiyordu. Çin’e yapılan basketbol yatırımlarının devamı açısından. Ama işte Yao basketbolu bırakalı 10 yıla yakın bir süre oldu ve ona yakın bir isim de çıkaramadılar; çok enteresan. Yani biz yıldız oyuncu çıkaramıyoruz diye şikayet ediyoruz; ama esas Çin’in bu konuda şikayet etmesi lazım.

O nüfusla, o kadar imkânla NBA’in oraya antrenörler yollamasıyla halen daha bir oyuncu çıkaramadılar! Bence bu da onların liginin çok fazla gösteriye yakın, sert bir lig olmaması ve orada oynanan basketbolla, genç bir oyuncunun çok fazla süre almasına karşın kendini geliştiremeyeceğini düşünüyorum.

Belki de Çin’in şöyle bir karar alması lazım; genç oyuncuların yanına bir tane asistan koç ile EuroLeague veya EuroCup takımlarına yollayıp, orada pişmelerini sağlamak. Çünkü bu mevcut sistemleri çalışmıyor. Bu net bir şekilde gözüküyor ve Çin, basketbolun inanılmaz sevildiği bir ülke. Yani, nüfusu oranında basketbolu bu kadar seven bir Litvanya vardır tahminim. Sırbistan, Slovenya gibi eski Yugoslav ülkelerinden birkaç tanesi vardır.

Ama onun dışında, Arjantin’de, Brezilya’da iyi oyuncular çıkıyor; fakat oralarda basketbol birinci spor olmaktan çok uzakta. O açıdan, Çin’in Yao Ming’i bu işin içine katarak, yeni Yao Ming’ler çıkarması gerekiyor.



TUTKUSUNUN KURBANI
ANDREW LEE BYNUM


2000'li yılların başında basketbolseverleri heyecanlandıran bir isim sahneye çıkıyordu; evet, o yetenek Andrew Lee Bynum'un ta kendisiydi. 2005 yılında Los Angeles Lakers tarafından 10. sırada draft edilen Bynum, güçlü fiziği ve genç yaşıyla spotları üzerine çekmeyi başarmıştı.

Los Angeles Lakers ile NBA'e adım atmanın heyecanını iliklerine kadar hisseden Bynum, tarih boyunca NBA'in en başarılı pivotlarına ev sahipliği yapan Lakers'ın yeni büyük pivotu olmayı hedefliyordu. Liseden sonra direkt olarak NBA’e adım atan Andrew Bynum, Shaquille O’Neal’ın takımdan ayrılmasıyla uzun süre sonra ilk kez play-off dışında kalan Lakers'ın, bu bölgedeki yükünü sırtlama misyonuna sahip olacaktı. Çok meşakkatli bir göreve soyunsa da Bynum ilk yılında çok zorlandığı anlara rağmen umut veren bir görüntü çizdi.

Pivot sorunu yaşamak istemeyen Lakers, Andrew Bynum'un gelişimi için Kareem Abdul-Jabbar ve Vlade Divac'ı asistan koç olarak görevlendirdi. Hâliyle beklenti bu seviyelere ulaşınca, yeni yıldızın gelişimi herkesin ilgi odağı oldu. Bynum, Los Angeles Lakers formasıyla çıktığı ilk maçında Jermaine O'Neal'ın NBA'de forma giyen en genç oyuncu rekoruna ortak olmayı başarmıştı.

Lakers'taki çaylak sezonunda normal sezonda 46 maça çıkan Andrew Bynum, maç başına 7.3 dakika saha kalırken 1.7 ribaund ve 1.6 sayı ortalamalarını tutturdu. İkinci sezonunda ilk 5'in kapısını aralayan Bynum, maç başına sahada kalma süresini 21.9 dakikaya taşırken ribaund ortalamasını 5.9, sayı ortalamasını ise 7.8'e kadar çekerken yeni doğan bir yıldız gibi parlamaya devam ediyordu.

2007-2008 sezonuna gelindiğinde, Andrew Bynum kâbusu ile tanışacaktı. Lakers'ın yükselen yıldızı, sağ dizinden geçirdiği ağır sakatlık sebebiyle yükselişe geçen kariyerinde ilk duraklama dönemini yaşadı.

Gasol ve Odom'un gölgesinde kalan Bynum, bir sezon sonra yine aynı bölgeden sakatlansa da bu defa, şampiyonluk yüzüğünü parmağına takmasına hiçbir şey engel olamadı. Yaşadığı diz sakatlıklarına rağmen Andrew Bynum 2008-2009 sezonunda Los Angeles Lakers ile ilk şampiyonluğunu yaşadı.

Takvimler 2011-2012 sezonunu gösterdiğinde Lakers ile 2 şampiyonluk yaşayan Bynum, kariyerinin altın çağına adım atmıştı. Lakers'taki en iyi sezonuna imza atan genç pivot 2012'de ilk kez All-Star seçildi.

O sezon tüm dikkatleri üzerine çeken Bynum, 18.7 sayı, 11.8 ribaund ve 1.9 blok ortalamaları ile NBA'in en etkili pivotları arasına adını yazdırdı. Andrew Bynum, kariyer basamaklarını adım adım tırmansa da parkedeki disiplinsiz tavırları, olur olmadık şut denemeleri ile 2012-2013 sezonu öncesinde onun takasta kullanılmasının yolunu açtı.

2013 yılıyla birlikte kariyerinin yokuş aşağı gideceğinden bir haber olan Bynum, dörtlü takas sonucu Philadelphia 76ers'ın yolunu tuttu. Takas sonrası yeni bir başlangıç yapmayı uman genç pivot, kendini yeniden sakatlık kâbusunun içinde buldu.

Andrew Bynum, 76ers ile daha antrenmana bile çıkmamışken sevdalısı olduğu bowling’i oynarken düşmüş ve sakat olan sağ dizinden yeniden sakatlanmıştı. Bu gelişmenin ardından genç pivot bir sezon boyunca parkeden uzak kalacaktı. Yeni bir başlangıç umuduyla geldiği Philadelphia 76ers'ta hiç forma giyemeyen Bynum, basketbol hayatının sonuna doğru hızla yol alıyordu.

Andrew Bynum, en son 2013-14 sezonunda Cleveland Cavaliers ve Indiana Pacers formaları giyse de onun için hiçbir şey eskisi gibi olmadı. Yaşadığı diz sakatlıkları nedeniyle 2 yılda toplam 26 maça çıkabilen talihsiz oyuncu, basketbol kariyerini noktalamak zorunda kalacaktı.

Lakers ile 2 kez NBA şampiyonu olan yıldız pivot, 1 kez All-Star seçilmiş ve bir kez de NBA'in en iyi ikinci beşine dahil edilmiş olmasına rağmen 26 yaşındayken basketbola veda etti.

Andrew Bynum, 2018 yılında NBA'e geri dönmeyi planlasa da işler istediği gibi gitmedi. Yeni bir başlangıç için yolunu tuttuğu Philadelphia 76ers'ta, bowling tutkusu ve kronikleşmiş sakatlığının kurbanı olan yıldız pivot, 'Yeni Shaq olur mu?' soruları ile başladığı kariyerini, basketbolseverlerin beslediği umut ışığını da yanına alarak noktaladı.



FİYASKO
GREG ODEN


"Bob McAdoo ve Julius Erving gibi iki unutulmaz efsanenin önünde 1. sırada yer alan LaRue Martin’den; Majesteleri Jordan’dan önce seçilen Sam Bowie’ye kadar uzanan bahtsız draft hamleleriyle tanınan Portland, Kevin Durant'ın önünde seçtiği Greg Oden'da da kara talihini yenemedi. Bu kez de sakatlık duvarına tosladı."

BARIŞ CEVAHİR

Tarih sayfaları 2007’de... Z kuşağı oyuncuları, ligde oynama hayalleri kurarken bir önceki dönemin yükselen yıldızları draft öncesi antrenmanlar için takım salonlarında koşturuyor. O sezon kolejde Ohio State forması altında Mike Conley Jr. ile fırtınalar estiren Greg Oden ise Teksas Üniversitesi’nde geleceğini planlayan ve emin adımlarla ilerleyen, yetenekli; fakat bir o kadar da sıska olan Kevin Durant’in önüne geçmiş durumda.

Çoğu NBA yazarı, otorite ve Portland Trail Blazers da 1 numarayı belirlemiş. Ancak mevzu bahis Trail Blazers olunca tarih de tekerrür etmeyi merakla bekliyor. Nitekim Bob McAdoo ve Julius Erving gibi iki unutulmaz efsanenin önünde 1. sırada yer alan LaRue Martin’den;
Majesteleri Jordan’dan önce seçilen Sam Bowie’ye kadar uzanan bir “fiyasko” hikâyesi bu.

Kimi yıldız adayı görünüp daha sonrasında istenilen performansı sergilemeyen oyuncu için rahatlıkla 'baskıyı kaldıramadı' diyebiliriz. Ancak henüz ilk sezonunda Olajuwon, Robinson ve Shaq gibi bir efsane olacağı söylenen Oden’in hikâyesinde baskı sözcüğü yerine sakatlık olgusunu almak daha yerinde olacaktır.

Zira çaylak sezonunda, henüz üçüncü ayında, ilk ağır sakatlığını yaşayan Oden’a konulan teşhisler ve oyuncunun geçirdiği ameliyatlar, birçok maç kaçırmasına neden oldu. Bu kötü girişe “Bunlar olur, doğal şeyler” dense de Oden için sonun başlangıcıydı.

Yazının başında da dediğimiz Trail Blazers ve makus draft kaderine sakatlıklar da eklenince Brandon Roy - Greg Oden ikilisinin ismi, tarihin tozlu sayfalarına doğru ilerledi. Makus kader demişken Oden’in hazır geldiği 2008-09 sezonundaki dönüş maçında bile sakatlıktan dolayı sadece 13 dakika oynayabildiğini de hatırlatalım.

O Lakers maçından yaklaşık iki hafta sonra NBA’de ilk sayılarını bulan; fakat bu sefer de dizini yolda bırakan Oden için şartlar da giderek zorlaşıyordu. Değişen basketbol, yeni nesil yıldızlar, üç sayı çizgisinin önem kazanması ve oyunun hızlanması, Oden’ın -sakatlıklarla daha da hantallaşan- fiziğine karşı ciddi bir zorluktu.

Bu sırada Greg Oden, çevresindeki desteği de yavaş yavaş kaybetmeye başladı. Bir açıklamasında “Portland takımında kimse bana ağabeylik yapmıyordu. Ben de Hava Kuvvetleri’nde görevli bir kuzenim vardı onu yanıma çağırdım. Biliyorsunuz havacılar çok içer. O da sürekli içiyor ve partiler düzenliyordu. Ben de o sırada onunla içmeye başladım” diyerek alkol sorunu yaşadığını kabullenen oyuncu, bir şekilde sevdiği sporun içinde kalmak istese de bunu pratiğe dökmesi hâlâ çok zordu.

2.15’lik dev, 2010’ların yıldızlarla dolu takımı Miami Heat’te de formunu tutturamadı. Rehabilitasyonlar ve bitmek bilmeyen doktor randevuları, ilerleyen tarihlerde Trail Blazers’ın bir başka fiyasko seçimi yaptığını kanıtlamıştı. Ancak bu sefer durum biraz farklıydı ve konunun ana kişisi de çöküşü kabullenmişti.

Basketbol kariyerine bir türlü istediği gibi yön veremeyen, son dönemlerde BIG 3 gibi şov maçlarının önde olduğu platformlarda yarışan; fakat buna karşılık eğitimini sürdürüp Ohio State’ten Spor Endüstrisi diplomasını alan Oden, her şey bittiğinde kendisi gibi “dev” bir fiyasko olduğunu herkese duyurmuştu.

2007’deki sıska çocuğun her başarısı, artık onun için bir başarısızlık göstergesiydi: “NBA tarihinin en büyük fiyaskosu olarak hatırlanacağım. Yanlış anlamayın, sağlıklı kalabilseydim, oynayacaktım. Ancak sağlığımı bir türlü koruyamadım. Öyle ki Durant bir büyük işleri başardıkça bu benim için daha çekilmez oluyor. ”



KAYAN YILDIZ
BRANDON ROY


"Sakatlık illeti ile henüz 26'sında parkelere veda eden Brandon Roy sağlıklı olsaydı, ne olurdu? Kobe’nin varisi olması işten bile değildi. Roy, çevresinde oluşturulacak iyi bir takımla Blazers’ta şampiyonluklar yaşayabilir ve belki de MVP olurdu. Kim bilir günümüzde LeBron James ile kıyaslanacak kişi de belki Brandon Roy olurdu!"

BERTAN ERMAN

Şöyle bir baktığınız zaman, NBA tarihinde geneli için demesek de, Batı Konferansı’nın gelmiş geçmiş en bahtsız takımı Portland Trail Blazers’tır. 1977’deki şampiyonluktan sonra nice yıldızlar geldi; ama hepsi daha iyilerine tosladı. 1990’ların başında, Clyde Drexler’ın başını çektiği Blazers, Doğu’da Bad Boys Detroit Pistons’ın ve 1984 NBA Draftı’nda seçmedikleri Michael Jordan’lı Chicago Bulls’un gazabına uğradı.

1999 ve 2000 yıllarında da Arvydas Sabonis, Rasheed Wallace, Scottie Pippen gibi isimler Rip City’de yer alsa da, 2000’lere damgasını vuracak San Antonio Spurs’e ve Los Angeles Lakers’a tosladı.

Berbat dönemlerin ardından umut ışıkları 2000’lerin sonlarında yanmaya başladı. Bunlardan ilki, 2006 yılında, 1. tur 6. sıradan seçilen şutör gard Brandon Roy idi. Washington Üniversitesi’ndeki son senesinde, 20.2 sayı, 5.6 ribaund, 4.1 asist ve 1.4 top çalma ortalamalarıyla Pac-10’da yılın oyuncusu seçilen Roy, NBA’de neler yapacağının da sinyallerini aslında NCAA’de veriyordu.

Atletizmi, şutu, aldığı sorumluluklar. Ancak sorunlar, Brandon Roy’un yakasına henüz çaylakken yapışacak ve hiç bırakmayacaktı. Dizinden sakatlığı nedeniyle sadece 57 maça çıkan Roy, 16.8 sayı, 4.4 ribaund, 4 asist ve 1.2 top çalma ortalamalarıyla yılın çaylağı seçilmişti. Roy, ertesi iki sezonda da All-Star olmayı başarmıştı.

Fakat 2007-2008 sezonunda, All-Star’dan önceki maçta, ayak bileğinden sakatlanmıştı. Lakin o sezon da 74 maçta görev alan geleceğin kaybolan yıldızı, 19.1 sayı, 4.7 ribaund, 5.8 asist ve 1.1 top çalma ortalamalarını tutturmuştu.

2008-2009 sezonu ise Brandon Roy’un zirvesiydi. Tabii ki bununla birlikte Portland’ın yeniden heyecanlanmaya başladığı bir sezondu. Roy, iyi ayak oyunları yapan, oyun zekası yüksek bir oyuncuydu. Atletizmi gayet iyi olan Brandon Roy, her yerden şut atabilen, yeri
geldi mi son saniyede birçok maç kazandıran (özellikle o dönemin normal sezonunda, Rose Garden’da Rockets’a attığı son saniye basketi meşhurdur; bir benzerini yıllar sonra Damian Lillard atmıştı. Muhakkak ikisini de izleyin) bir yıldızdı.

Blazers, belki de kendi Michael Jordanı’nı, Kobe Bryantı’nı bulmuştu. Roy’un yanında da LaMarcus Aldrige gibi sırtı dönük oyunlarda etkili olan, Tim Duncan ve Kevin Garnett’ten bayrağı alabilecek bir uzun forvet ve 2007 Draftı’nın ilk sırasından seçtikleri, boyalı alanda rakiplerin kâbusu olma potansiyeline sahip bir Greg Oden; o da sakatlıklardan muzdarip bir bahtsızdı…

O zamanlarda 2010’lara damga vuracağı konuşulan bu büyük üçlünün yanında Nicolas Batum, Steve Blake, Rudy Fernandez, Sergio Rodriguez, Travis Outlaw gibi görev adamları vardı ve bu Blazers, geçmişteki bahtsızlıklara son verebilecek nitelikteydi. 2009 Play-offu'na 54 galibiyetle Batı Konferansı’nda 4. sıradan play-off’a girmesi de bunun bir kanıtıydı.

Brandon Roy da 78 maçta 22.6 sayı, 4.7 ribaund, 5.1 asist ve 1.1 top çalma ortalamalarıyla oynamıştı ve takımın yıldızıydı. Fakat 2010’lu yılların başlarında geçireceği menisküs, Roy’un bir daha eskisi gibi sağlıklı bir şekilde basketbol oynayamamasına neden olmuştu.

Bu durum, geleceğin yıldızını, kariyerinde verimliliğinin iyice yükseleceği 26 yaşında emeklilik kararını vermesine neden olmuştu. Bu duruma tüm basketbolseverler üzülmüştü. İnsanların gözleri önünde bir yıldız kaymıştı resmen.

Roy, bir sezon ara verdi; ama basketbol hasreti onu yeniden parkelere döndürdü. 2012-2013 sezonunda Minnesota Timberwovles ile son bir kez şansını denedi; ancak sadece 5 maç oynayabildi ve istediğini yapamadı.

İşin ütopyasına gelince… Brandon Roy bu kadar ciddi sakatlıklar yaşamasaydı ve sağlıklı olsaydı, ne olurdu? Kobe’nin varisi olması işten bile değildi. Roy, çevresinde oluşturulacak iyi bir takımla Blazers’ta şampiyonluklar yaşayabilir ve MVP olurdu. LeBron James ile kıyaslanacak kişi de Brandon Roy olurdu!

YORUMLAR

  • 0 Yorum