Başrol

Bugüne kadar NBA'de ülkemizi temsil eden birbirinden önemli yıldızlara bu dosyamızda yer verdik. NBA'in kapısını açan Mirsad Türkcan, en derin izleri bırakan Hidayet Türkoğlu ile Mehmet Okur, uzunlar Ömer Aşık, Semih Erden, Furkan Aldemir ve hâlihazırda bu arenada boy gösteren Ersan İlyasova, Cedi Osman, Furkan Korkmaz'ın performanslarını yazarlarımız kaleme aldı. İbrahim Kutluay ile de Alp Ulagay röportaj yaptı.

Başrol
05 Mayıs 2020 - 09:02



ÖNCÜ
MİRSAD TÜRKCAN


1976’da Yugoslavya’nın mütevazı kenti Novi Pazar’da dünyaya gelen Mirsad Türkcan’ın bir gün dünyadaki her basketbolcunun hayalini süsleyen NBA’in kapılarını Türk yıldızlara ardına kadar açacak tecrübeyi yaşayacağını kim tahmin edebilirdi ki?

FATİH SABOVİÇ

“Ribaund konusunda antrenmanda dahi takım arkadaşlarınla ve hatta kendinle bile mücadele etmelisin. Yoksa, başarılı olman mümkün değil…” Bu sözler, şimdilerde Sırbistan sınırları içerisindeki Sancak Bölgesi’nde yer alan Novi Pazar kentinde doğan, Türk basketbolunun efsanesi Mirsad Türkcan’ın mantalitesini belki de en iyi şekilde özetliyor.

Novi Pazar kenti, Yugoslavya’nın dağılma sürecinde savaşın yaşandığı bir bölge olarak öne çıkmadı. Ancak ülkenin geneline yayılan sıkıntılar, yöre halkını da ciddi şekilde etkiliyordu. Basketbol konusunda ciddi potansiyeli olan Mirsad (Jahoviç) Türkcan da 90’larda kariyerindeki yolculuğuna, kendisi ve ailesinin çok sayıda tanıdığının bulunduğu Türkiye’de
devam etmeyi seçti.

1993’te o dönemki adıyla Efes Pilsen’in altyapısına giren ve daha sonra A takımda bulduğu fırsatlarla yıldızını parlatan başarılı yıldız, 1998 draft’ıyla birlikte NBA’e giden ilk Türk basketbolcu olacaktı. Mirsad Türkcan, Houston Rockets tarafından 18. sırada seçilmişti; ancak bu bir seçimden çok daha fazlasıydı.

Bırakın Türk yıldızları, Avrupalı pek çok basketbolcunun bile o dönem kapısından zor geçtiği ya da gittiğinde uyum sağlayamadığı NBA’e Mirsad’ın gidişi, ciddi bir algı kırılması yaşattı. Rockets’ın seçtiği Türkcan, takaslar sonrası 1999-2000 sezonunda Amerika Birleşik Devletleri’ndeki kariyeri için açılışı New York Knicks’te yaptı. Bu ekiple 7 karşılaşmada forma giyen Mirsad, ardından serbest bırakılınca sezonu Milwaukee Bucks’ta tamamlayıp Avrupa’ya döndü.

Bu, 'kısa gibi' gözüken dokunuş, kendi ardıllarına büyük bir umut ve inanç aşılayacaktı. Türkcan, NBA kariyerinde 17 maçta 1.9 sayı -1.9 ribaund ortalamasıyla oynadı. Kağıt üzerinde ise kontratında kazandığı miktarların toplamı 2.6 milyon dolardı.

Türkcan, NBA’de oynadığı dönemde çok önemli efsaneler de aktif kariyerlerine devam ediyordu. Bu isimler arasında; Michael Jordan, Patrick Ewing, Hakeem ve Barkley’yi rahatlıkla saymak mümkün...

1980’lerin başından itibaren NBA’in Avrupa’dan yaptığı seçimler hız kazanmasına rağmen, “Mirsad Türkcan gözlerin Türkiye’ye dönmesini sağladı” diyebiliriz. O yıllarda Avrupalıların, NBA’deki atletizme ve fizik mücadeleye karşı koymasının önemli bir zorluk olduğunun altını çizmekte de fayda var.

Avrupa ve Türk basketboluna adını altın harflerle yazdıran, NBA yolundaki ilk adımı atan Türkcan, 2000-2001 sezonu itibariyle Paris Basket Racing’e imza atarak uzak denizlerden geriye döndü.

Sonraki yıllarda CSKA Moskova (ayrı ayrı 2 sezon), Montepaschi Siena, Dinamo Moskova, Ülkerspor ve Fenerbahçe formaları giyen Türkcan, “Algılar kıran hırslı bir savaşçı” olarak basketbola veda etti. Hırsını, kendine olan güveni ve inancını asla kaybetmeyen başarılı yıldız, 2012’de formasının Ülker Sports Arena’ya asıldığı jübilesinden sonra, aynı istekle menajerliğe geçiş yaptı. Şimdilerde yine eskisi gibi, başarılarına daha da büyüklerini eklemek için her zaman olduğu gibi var gücüyle çalışıyor.



KALICI
HİDAYET TÜRKOĞLU


"Atletizm ve fundamental özelliklerinin yanı sıra top kullanma becerisi üst düzeyde olan ve bu oyunu bilerek oynayan Hidayet'in en öne çıkan becerisi özgüveniydi... Zaten bu özellik olmadan NBA'de kalıcı olamazsınız..."

AYDIN ÖRS

Hidayet henüz 14-15 yaşlarında Efes'in altyapısına geldiğinde hem fizik hem de yetenek olarak yaşıtlarının çok önündeydi. Şube kaptanımız Pano Natof kulübün maddi imkânlarını zorlayarak, Hidayet'i o dönem Hakan Yavuz'un çalıştırdığı Çavuşoğlu Koleji'nden transfer etti. Altyapımızda onun yeteneğini gördükten sonra geldiği günden itibaren onu bir dış adam gibi yetiştirmeye başladık.

Genç takımdan sonra ümit takımda Ergin Ataman'ın da emeğiyle Hidayet'i hep point guard gibi oynatmaya çalıştık. Hidayet bizim hedef oyuncumuz olduğu için ona bu şekilde davrandık.

Hüseyin Beşok, Mirsad Türkcan, Ömer Onan, Erdal Bibo gibi yetenekli oyuncuların yer aldığı ümit takımımızda Hidayet -onlardan daha genç olmasına rağmen- kendini gösterdi, daha sonra da 17-18 yaşlarında A takımda görev aldı.

Hem lig hem de Avrupa'da zaman zaman Hidayet'e rakiplerin iddialı point guardlarını savunması görevini veriyordum. Hem fuleleri hem de boy avantajıyla onları rahat oynatmıyordu.

Hem kendi hem de arkadaşlarının pozisyonunu, rakibin durumuna göre oynaması önemliydi. Fundamental'i ve fiziği ne kadar iyi olursa olsun oyunu bilerek oynaması Hidayet'in en büyük artısıydı.

Ayrıca cana yakın kişilik özellikleri, arkadaşları tarafından sevilmesi, oynadığı takımlarda kendinden yaşça büyüklere liderlik yapması da diğer artılarıydı.

Altyapıdan çıktıktan sonra şut mekaniğiyle ilgili problemi vardı, ben de onun üzerinde durdum. Hem sabah hem de akşam idmanlarından önce ve sonra yüzlerce hatta binlerce deneme ile şut mekaniği için çalıştık ve bunun faydasını gördüğünü düşünüyorum.

Özgüveni müthiş bir oyuncuydu, zaten bu olmadan büyük işler başaramazsınız. Atletik ve fundamental özellikleri de iyi olan Hidayet, top kullanma becerisi, içeriye penetre etme, boş adamı bulma, bire bir oynama ve sıcak anlarda kritik şut atma özellikleriyle üst düzey bir basketbolcu. Şutunu geliştirdikten sonra zaaf demek doğru değil; ama belki savunmada biraz daha agresif olabilirdi. Fakat bu eksikliğini de çok zeki bir oyuncu olduğu için oyun aklı ve atletik özellikleriyle kapatmayı bildi.

Efes'in altyapıda şampiyon kadrosunun liderlerinden Hidayet'in A takımda da kendini ispatladığı döneme ilişkin bir anım ise şöyle... Savic'li, Drobnjak'lı, Naumoski'li iddialı kadromuza forvet olarak Beric'in transferini bana sorduklarında, yanıtım; "Hidayet'i maçlarda en az 30 dakika oynatmayı düşünüyorum" oldu. Belki 'Don Kişotluk' gibi gözüken, genç oyunculara güvenmek adına cesur bir karar aldım. Hidayet'in büyük oyuncu olmasında etkisi olabildiğini düşündüğüm bu karardan hiç pişman olmadım.

Sözü NBA'e getirirken de o kapıyı Türk oyunculara açan bir başka öğrencim Mirsad'ın o büyük hayalini gerçekleştirmesine de değinmek istiyorum. Efes'te günde ağır çift idman yapardık. Mirsad ise o idmanların ardından kondisyoneriyle yüzlerce, binlerce özel şut çalışmaları ile insanların güldüğü NBA hedefini 1998 draft'ında Houston tarafından ilk turda 18. sıradan seçilerek gerçekleştirdi. Hırslı bir oyuncu olan Mirsad'ın en büyük hatası kendisinin de söylediği gibi sabırsızlığıydı...

Tam burada Hidayet Türkoğlu'na dönersek -takım arkadaşları Divac ve Stojakovic'inde katkısıyla- Sacramento'da ilk yıl kenar oyuncusu olarak iyi de başlamamasına rağmen, sabırlı davranıp kendini ispat etmeyi bildi. Sonraları ise NBA gibi dünyanın en büyük basketbol ortamına zaman zaman damgasını vuran bir basketbolcu oldu.

2007-08 sezonunda 'En Çok Gelişim Gösteren Oyuncu Ödülü'nü aldı. 2009'daki finalde Orlando formasıyla Kobe'nin önderliğindeki Lakers serisinde şampiyonluk yüzüğüne de yaklaşmıştı. Belki bunu başaramadı... Ama Kobe ile bire bir kaldığı pozisyonlar unutulmaz hatıralar olarak hafızalarda kaldı.

O 15 yıl NBA'de üst seviyede, şampiyonluğa aday takımlarda oynayan, 'En Çok Gelişim Gösteren Oyuncu Ödülü'nü alan, büyük bir yıldız oldu.



ÖRNEK
MEHMET OKUR


“Sakatlanmamış olsaydı, çok daha iyi kariyeri olurdu ama Mehmet’in pes etmeden, biraz geri plana itilmiş olmasına rağmen çalışma azmi takdiri hak etti… Adeta basketbolu hayatının vazgeçilmez bir parçası yapması ve bunların meyvelerini alması, gençler için en iyi örnek.”

MURAT MURATHANOĞLU

Mehmet Okur’un NBA kariyeri, tüm gençlere örnek olacak bir kariyer. 15 yaşına kadar basketbol oynamamış, futbolda kalecilik yapmış. Boyu uzadığı için basketbola yönlendirilmiş. İlk takımı Oyak Renault’da, 2. Lig’de profesyonel kariyerine başladı.

Önce Tofaş’ta ve sonrasında Efes’te, ilk sezonlarında bençten gelmiş, milli takımlarda 2001’e kadar pek ön plana çıkarılmamış olmasına rağmen; çok çalışarak hem A Milli Takım'da hem de NBA’e gitmeden önce, Efes’teki ikinci yılında çok önemli konumlara geldi.

Ve Memo'nu bu çalışmayı sürdürerek hem Detroit Pistons’ta bir şampiyonluk elde etmesi hem de Utah Jazz’de All-Star olması örnek bir kariyer.

Memo'nun bu üst düzey başarılarından doğru kararları doğru zamanda vermiş olmasının da çok büyük bir etkisi var. İlk draft edildiği yılda, Joe Dumars onu seyretmek için Ankara’ya gelmişti. Hatta İspanya maçından sonra Bilgin Gökberk’in programına çıkmıştı ve ben de tercümanlık yapmıştım. (Bilgin beni çok sevdiği için rica etmişti) Joe Dumars, “Ben dönüyorum. Görmek istediğim şeyi gördüm” demişti Mehmet için...

Memo, Pau Gasol ile eşleşmişti o İspanya maçında. Dumars orada Mehmet’i beğenmişti. Ama o sene Mehmet gitmiş olsaydı, bir Türk takımında, bir EuroLeague takımında ilk 5 olmadan, o sorumluluğu almadan gitmiş olsaydı, böyle bir NBA kariyeri yaşamazdı diye düşünüyorum.



Joe Dumars ile ters düşmesine rağmen o tecrübeyi kazanıp bir yıl sonra gittiğinde, Detroit ile ilk senesinde, Doğu Konferansı Finali'nde Jason Kidd’li, Kenyon Martin’li, Richard Jefferson’lı Nets’e kaybetmişlerdi. İkinci senede de şampiyon olmuşlardı.

Mehmet Okur, daha sonra Utah Jazz’de onun özelliklerini çok iyi anlayan ve onları ön plana çıkaran Jerry Sloan ile de çok iyi sezonlar oynadı. Sakatlanmamış olsaydı, çok daha iyi kariyeri olurdu; ama Mehmet’in pes etmeden, biraz geri plana itilmiş olmasına rağmen çalışma azmi, eksiklerini gidermesi, özel antrenör tutması...

Adeta basketbolu hayatının vazgeçilmez bir parçası yapması ve bunların meyvelerini alması, gençlere çok önemli bir örnek.

Tabii ki, sakatlanmamış olsaydı, 'daha fazla yüzüğü olur muydu?' diye soruyorlar ona. Utah’ta herhalde pek olmazdı; ama o tür özellikleri olan, iddialı play-off takımlarının hepsi, Mehmet’i kadrosunda görmek isterdi. O da bir strech 5; pivotların arkasında durabilen, ribaund alan, hücumda da diğer oyuncular için spacing'i ve boşluğu yaratan bir oyuncu için akla gelen ilk takım San Antonio Spurs mesela.

Mehmet onlarla belki bir şampiyonluk yaşayabilirdi. LeBron James ile Cleveland ve daha sonra Miami’de şampiyon olabilirdi. Ondan sonra Golden State’te Andrew Bogut’un olduğu yerde Mehmet’in olduğunu düşünebilir misiniz? Ama yine de ağır sakatlığına rağmen oynadığı yıllar çok başarılı oldu.



EVLİYA
ERSAN İLYASOVA


"2005'te Milwaukee ile başlayan NBA macerası, 2015-18 yılları arasında, Detroit, Orlando, Oklahoma City, Philadelphia, Atlanta ve tekrar Philadelphia’da oynamasıyla bir gezgin oyuncu sürecine girdi. Bu takımlarda iyi oyunlar sağlasa da istikrar kısmında sorun yaşadı."

LUTFİ ARIBOĞAN

Ersan İlyasova‘nın Ülkerspor’a gelişi, gelişimi, Türk vatandaşı olması, A Milli Takım ve NBA kariyeri macera filmlerine konu olacak kadar renkli ve ilginçtir. Benim Ülkerspor’un genel müdürü olduğum yıllarda ve yanlış hatırlamıyorsam 2000/2001 sezonuydu. Başkanımız Orhan Özokur üzerinden, Özbekistan’ın basketbol şampiyonu takımın İstanbul’a geldiği ve Ülkerspor olarak bizle de dostluk maçı yapmak istediği bilgisi geldi.

O dönem genç takım koçumuz olan Selçuk Ernak'ı Özbekistan organizasyonumuzun sorumlusu yaptım. Selçuk, Özbek takımının koçunun rehberliğinde çalışmaya başladı. Birkaç ay içerisinde Özbekistan’da 6 bölgedeki kamplarda belirlenen birkaç yüz sporcu arasından 100 civarı yetenekli genci önce 40’a sonra 2’ye en son olarakta 1’e indirdik. O, son oyuncu Ersan’dı.

2 sene önce Gürcistan’dan getirdiğimiz Zaza Paculia örneğindeki başarımız kendimize güvenimizi artırmıştı. Bench markımız Zaza olmuştu. Henüz 14 yaşında, 2.05 civarında boyu, upuzun kolları ve bacakları olan, esneyebilen ve sıçrayabilen atletik bir gençti. Kulüpteki bütün koçlar ve yöneticiler süratle videoyu izleyip, Selçuk'un kararını destekledi. En son bende izleyip kararı verdim ve süratle Ersan’ı İstanbul’a getirdik.

İstanbul’a gelişinden NBA'a kadar Ersan, Ülkerspor için bir proje hâline geldi ve Ülkerspor Ailesi'nin küçük ama kocaman ferdi oldu.

Koşu stilinden, şut atışına; kısa ve uzun oyuncu fundamentalinden, kuvvet antrenmanına kadar hiç kimse Ersan’a göz açtırmıyordu. En sonunda da kısa oyuncular kadar koşan ve topla oynayabilen, 3 sayılık şut atabilen, savunmada her boyuttaki oyuncuyu tutabilen, 2.08 m. boyunda komple bir yıldız basketbolcu ortaya çıkmıştı.

Ülkerspor ekolünün, genç bir kulüp olarak, alt yapısından yetiştirerek A takım ve NBA’e kadar uzanan yolda ve özellikle de uzun yıllar A Milli Takım'a verdiği başarılı katkılarıyla tam bir ‘made in Ülkerspor’ olan ‘Ersan İlyasova’ gurur kaynağımız oldu.

2005 NBA Draftı’nda Milwaukee Bucks tarafından 2. tur 36. sırasından seçilen Ersan İlyasova, 2006-07 sezonunda; çaylak olduğu dönemde 66 maça çıktı ve 14 kez ilk 5 başladı. 6.1 sayı ve 2.9 ribaund ortalamalarıyla oynayan Ersan’ın NBA için daha çok gelişmesi gerekiyordu. Bu yüzden 2 sezonluk bir Avrupa arası oldu.

Barcelona’daki dönemlerinde birçok açıdan kendini geliştiren Ersan, 2009’da Bucks’a geri döndüğünde bambaşkaydı. 6 sezonun 5’inde çift haneli sayı ortalamalarını gören Ersan İlyasova, Milwaukee’nin önemli bir boşluğunu dolduruyordu ve takımına ciddi katkılarda bulunuyordu.

Fakat 2014-2015 sezonunda Antetokounmpo’nun gösterdiği etkileyici performans, Ersan’ın geri planda kalmasına neden olmuştu. Bu durum, Ersan’ı 2015-18 yılları arasında, sırasıyla Detroit, Orlando, Oklahoma City, Philadelphia, Atlanta ve tekrar Philadelphia’da oynamasıyla bir gezgin oyuncu sürecine götürmüştü. Ersan, bu takımlarda da iyi oyunlar çıkarsa da, sık sık takım değiştirmesinden kaynaklı daha fazla istikrar ve başarıyı yakalayamadı.

2018'de Milwaukee Bucks’a geri dönse de, eskisi gibi olmadı. Gerek sakatlıklar, gerekse Antetokounmpo’nun bir süperstara dönüşmesi, A Milli Takım’da izlediğimiz Ersan’ı göremememizin en büyük sebepleri.

Ancak Bucks’ın genel olarak Doğu Konferansı’ndaki büyük başarısı, Ersan İlyasova’nın da Mehmet Okur gibi bir şampiyonluk yüzüğüne sahip olmasını sağlayabilir.

Kariyeri büyüdükçe tevazuundan hiçbir şey kaybetmeyen sevgili ‘Buz Adam’ her davet edildiğinde terinin son damlasına kadar A Milli Takımımıza hizmet etmeye devam eden gerçek bir yıldız...



İDOL
CEDİ OSMAN


"Cedi Türk basketbolunun şu andaki en önemli Türk oyuncu figürü... Oyunu, başarısı, sportmenliği ve mütevazı kişiliği ile her Türk gencinin kendine idol alması gereken bir isim..."

ERGİN ATAMAN

Anadolu Efes'ten Cleveland'a uzanan Cedi Osman'ın hikâyesini anlatmaya kulübümüzün altyapısındaki zamanlarından başlayalım... Anadolu Efes, Cedi Osman'ı 14 yaşındayken Makedonya'da keşfetti ve 3 yıl altyapısında, yıldız ve genç takımlarında oynattı. 17 yaşındayken Efes'in pilot takımı Pertevniyal'de 2. Lig'de oynayan Cedi, 18 yaşında ise Anadolu Efes A Takımı'nda forma giymeye başlamıştı bile...

A Milli Takım koçu olduğum dönem biz, onu 19 yaşındayken 2014 Dünya Kupası kadrosuna dahil ettik. Cedi bize bu güveni vermişti. Göze batan ilk özellikleri; yeteneği, çalışkanlığı, zekası ve basketbolu zevkle oynaması oldu. Böyle donanımlı bir gencin de NBA'de olması benim için hiç de sürpriz olmadı.

Cedi, cesur ve üstün yetenekleri olan geri adım atmayan bir oyuncu... Onun için NBA'de de klasını göstermesi uzun sürmedi. Çaylak sezonunda, LeBron James gibi bir süper yıldızla aynı takımda olması ve sempatik kişiliği ile öne çıktı. O kendini hem takıma hem de LeBron'a sevdirdi ve fırsatları çok iyi kullandı. Herkesin güvenini kazanmasında tabii ki LeBron James'in desteği önemliydi...

Kendini kısa zamanda önemli bir oyuncu olarak kabul ettiren Cedi, LeBron gittikten sonra Cleveland'da çok daha fazla top kullanma şansına sahip oldu. Cleveland Cavaliers gibi hedefi şampiyonluk olmayan bir takımda olması, onun için büyük avantaj oldu ve yeteneklerini baskı altında kalmadan kullandı. Ve Cedi Osman NBA'deki istatistiklerini gerçek bir oyuncu seviyesine getirdi.

Cedi Osman NBA için çok önemli bir yıldız adayı... Onun her yıl performansını arttıracağını ve kariyerini NBA'de önemli bir oyuncu olarak devam ettireceğini düşünüyorum.

2.06 m. boyunda 2, 3, 4 numara oynayabilen bir oyuncu olan Cedi'nin 3 sayı isabetini yükseltmesi ve set hücumda pick and roll sonrası içeri dalışları arttırması ona çok daha fazla güç katacaktır.

Cedi Osman'ın A Milli Takım performansına tekrar dönecek olursak... Belirttiğim gibi 2014 yılında henüz 19 yaşındayken ilk kez A Milli Takım ile Dünya Kupası kadrosuna girdi. 2015'te 20 yaşındaki Cedi, Türk Milli Takımı'nın ilk 5 oyuncusu oldu ve Avrupa Şampiyonası'nda müthiş bir çıkış gösterdi. Daha sonra da her yıl üzerine koyarak ilerleyen Cedi Osman, 2017 Avrupa Şampiyonası'nın en iyi oyuncularından biri oldu.

Ay yıldız performansına bir parantez açmam gerekirse... Geçen yıl Çin'de düzenlenen Dünya Kupası'nda ise Cedi'nin performansını çok da beğenmedim. Belki de ondan beklentimin her yıl daha da çok artması buna neden oldu... Bu sebeple o turnuvadaki performansı beni tatmin etmedi.

Cedi Türk basketbolunun şu andaki en önemli Türk oyuncu figürü... Cedi Osman, oyunu, başarısı, sportmenliği ve mütevazı kişiliği ile her Türk gencinin kendine idol alması gereken bir kardeşimiz...



DİNAMİZM
FURKAN KORKMAZ


"Atletizmi ve dinamizmi ile NBA'de bu yıl farkını ortaya koyan Furkan Korkmaz, şubat ayı ile birlikte form grafiğini iyice yükseltti. Bençten dahil olduğu Memphis’e 34, Chicago’ya 31 sayı atması önemliydi. Üzerine koyarak ilerleyen genç oyuncunun önünde daha uzun bir NBA kariyeri var!"

SERDAR SÖZKESEN

NBA’de sayı atamazsan, tabelayı değiştirecek bir aktivite yapamazsan, bu büyülü ligde kendini ispatlaman ve istikrarlı bir şekilde kadroda yer bulabilmen neredeyse imkânsız. Geçmişte draft seçimlerinde üst sıralarda kendisine yer bulan birçok genç basketbolcu, ‘NBA’in hayal kırıklıkları’ kitabında adlarını yazdırdı. Yakın zamandan örnek vermek gerekirse; Anthony Bennett, Derrick Williams, Jahlil Okafor ve hatta Dragan Bender gibi…

Furkan; Ben Simmons’ın birinci sıradan seçildiği 2016 draftı'nda Philadelphia Sixers gibi tarihi kadar, güncel kadrosu ile de adından sıklıkla söz ettiren takıma seçildi. Guard pozisyonunda Sixers’ta fazla oyuncu olması sebebiyle Banvit’e kiralansa da, bir yıl sonra NBA’e geri döndü.

Kendisinden hem yaşça hem de tecrübe anlamında bir yıl daha büyük olan Simmons ile aynı takımda olmanın avantajını kullanması gerektiğini iyi biliyordu. İkisi de guard pozisyonunda oynuyordu ama Furkan’ın dış atış tehdidi, takım arkadaşıyla karşılaştırılmayacak derecede üst seviyedeydi. Bu noktada Furkan Korkmaz, üçlükleri ile fark yaratmasını bildi. Her sezon üzerine daha fazla koydu ve üçüncü yılında 10 sayı ortalamasına (9.7) kadar yaklaştı, hem de oynadığı maçların sadece %19’unda ilk 5’te başlasa da…

Bu noktada koç Brett Brown’a parantez açmak lazım. 9 sene efsane koç Gregg Popovich’in yardımcılığını yaptıktan sonra 2013’te devraldığı Sixers’ın başına geçtiğinde takım adeta yerlerde sürünüyordu. İlk 4 yılında 28 galibiyet barajını geçemeyen takımında son 3 yıldır kaliteli kadro seçimleri ile iyi yerlere geldi ve yeniden play-off oynamaya başladılar.

Genç oyuncuları seven Brown, Furkan’a güvenmese onu zaten 64 maçta sahaya sürmezdi. Her ne kadar 12 kez ilk 5’te başlasa da, sporcumuz kesinlikle Brown’un gözdelerinden biri. Takımda 30 yaşından büyük sadece Al Horford ve Mike Scott’ın yer alması dahi, Brett Bown’ın önem verdiği ve titizlikle inşa ettiği genç ve atletik takım projesinin önsözü gibi. Furkan Korkmaz da bu projenin kesinlikle yapı taşlarından biri.

Önünde güzel bir gelecek var ve takımın en genç ismi. Bu yıl özellikle şubat ayı ile beraber form grafiğini yükseltti ve bençten dahil olduğu Memphis’e 34, Chicago’ya 31 sayı attı. Bu iki maçı da üst üste oynamış ve rakiplerinin potalarına tam 13 tane üçlük göndermişti. Söz konusu iki karşılaşmada da Ben Simmons ilk 5’te başlamış ve toplamda 41 sayı atmıştı.

Furkan artık rüştünü tamamen ispatlamış, kenardan gelse de, Brett Brown’ın en güvendiği isimlerden biri hâline gelmişti. Maçların kritik anlarında ortaya çıkarak, öldürücü üçlükleri bir balyoz gibi rakiplerinin üzerine indiren milli oyuncumuz, eli ısındığında durdurulması neredeyse imkânsız bir hâle bürünüyor.

Dinamizmi kadar atletizmi ile farkını sonuna kadar ortaya koyuyor. Hatta bu süreçte takımın yıldız isimleri Joel Embiid ve Ben Simmons’ın da övgülerine mazhar olan Furkan, Alec Burks ile beraber takımın en iyi altıncı oyuncusu olmuş ve maç başı ortalama 21.8 dakika parkede kalarak kendine de özgüveni gelmişti.

Koronavirüs pandemi sebebiyle 12 Mart’tan bu yana çembere top atmayan Furkan Korkmaz, karantina zamanlarında daha çok film ve dizi izlediğini, bir de FIFA oynadığını sosyal medya hesabından paylaştı. Basketbola başlamadan önce futbol oynadığını bildiğimiz Furkan, yazın bile bu kadar uzun süre boş vaktinin olmadığını belirtip, basketbola olan özlemini dile getirdi.

Umarız ‘her son, bir başlangıçtır’ sözü onun için de aynı hissiyatı doğurur ve tüm dünyaya kâbus gibi çöken Covid-19 nihayete erdiğinde Furkan yeniden doğmuşcasına bir performans ortaya koyar ve Sixers ile başarıdan başarıya koşar. Çünkü onun başarısı, milli takımın da yükselmesi anlamına gelecektir. Son olarak 2020 draft seçimlerine ülkemizden katılacak Yiğitcan Saybir ve Şehmuz Hazer’in, Furkan ile Cedi'nin yolunda yürümesi ümidiyle...



KIRILMA NOKTASI
ÖMER AŞIK


“Türk basketbol tarihine derin izler bırakmayı başaran Ömer Aşık, dünya basketbolunda da aynı etkiyi yaratma potansiyeline sahipti. Kariyer basamaklarını birer birer tırmanan milli oyuncu, performansının zirve yaptığı bir dönemde sakatlıkların ve çaresi bulunmayan bir hastalığın kurbanı oldu...”

OĞULCAN ÇOKSAYAR

Profesyonel kariyerine 2005'te Fenerbahçe formasıyla adım atan Ömer Aşık, kendisini NBA'e kadar taşıyacak basamakların ilkini tırmanıyordu. FMV Işık Spor ve Alpella ile basketbol stajını tamamlayan 2.13'lük yıldız, 2007'nin başında yeniden Fenerbahçe kadrosuna çağrıldı. Ömer'in dönüşü deyim yerindeyse muhteşem oldu. Acemi pivot, o sezon ilk kez sahne aldığı EuroLeague'de gösterdiği performansla ışıl ışıl parladı.

EuroLeague ve ligde blok kralı olan Ömer, NBA kariyerine de göz kırptı. Sonraki sezon ise sakatlık kâbusu ile ilk kez tanışacaktı. Sezon başında antrenmanda dizi dönen Ömer Aşık, altı ay sahalardan uzak kaldı ve 2009'un martında parkeye dönebildi. 2009'da formunu yakalayan Ömer, 2010-11 sezonunda eski performansından esintiler vermeye başladı.

2008 draftı'nda 2. tur 36. sıradan Portland tarafından seçilen Ömer Aşık, nihayet NBA kariyerine 'merhaba' dedi. 2010-11 sezonu öncesinde Bulls ile anlaşan Ömer, çaylak sezonunda forma giydiği 82 karşılaşmada maç başına 2.6 sayı ve 3.5 ribaund ile oynadı. 2012'de yaşanan lokavt sezonunda da kötü bir görüntü sergilemeyen Ömer, Houston ile 25.1 milyon dolarlık 3 yıllık sözleşme imzaladı.

Rockets formasıyla kendini bulan Ömer, NBA'deki en iyi sezonlarından birini yaşamaya artık hazırdı. Öyle ki, Indiana maçında 22 sayı ve 12 ribaundluk bir performans ortaya koyarak kariyer sayı rekorunu kırdı ve bu maçtan 1 ay sonra Milwaukee karşısında 16 sayı ve 22 ribaund ile sezonun en iyi performanslarından birini parkeye yansıttı.

Rockets ile kimyası uyuşan milli oyuncunun, Dwight Howard transferi sonrası Vegas defteri kapanmanın eşiğine geldi. Takımdaki rolü oldukça azalan Ömer, takasını istese de olumlu yanıt alamadı ve diz sakatlığı yeniden kendini hatırlattı. 2013'ün aralık ayında dizinden sakatlanan milli pivot, 2 ay parkeden uzak kaldı.

2014 yazında Ömer, üç takım arasında gerçekleşen bir takas sonucu kendisini Pelicans'ta buldu. Ömer'in, Pelicans forması altında yükselişini sürdürmesi için tüm şartlar hazırdı... 2013-14 sezonunda 76 karşılaşmada şans bulan Ömer, 9.8 ribaund, 1 asist, 0.7 blok ve 7.3 sayı ortalaması ile takımının en etkili isimleri arasında yer aldı.

2016'ya kadar istikrarlı performansını bozmayan Ömer, kariyerinin en büyük yıkımına hazırlandığının farkında değildi... Milli basketbolcu 2017'de Meksika’da önceleri teşhis konamayan bir hastalığa yakalandı ve büyük miktarda kilo kaybederek sahalardan uzun süre uzak kaldı. Aradan geçen süreçte Ömer Aşık'ın, kesin bir tedavisi olmadığı kaydedilen 'Crohn'a yakalandığı açıklandı.

Bu hastalığın tüm sindirim sistemini herhangi bir bölgesinden tutan iltihaplı hastalık olduğu belirtilirken Ömer'in, basketbol hayatı riske girmişti. Kariyer basamaklarını birer birer tırmanan milli oyuncu 1 sezonu kaçırırken, Pelicans tarafından takasla yeniden Bulls’un yolunu tuttu.

Hastalık sebebiyle parkelerden uzak kalan Ömer, kariyerini toparlamak ve hayatını yeniden düzene sokmak için yoğun çaba harcasa da bu pek mümkün olmadı. 2016-17 sezonunu 'Crohn' nedeniyle kaçırdıktan sonra takas edildiği Bulls'ta da bir iltihaplı eklem sakatlığı daha geçiren milli oyuncu, basketboldan kopma eşiğine geldi. Haziran 2019'da Bulls ile olan 3 milyon dolarlık sözleşmesi feshedilen Ömer, NBA defterini bu şekilde noktaladı.

Türk basketbol tarihine derin izler bırakmayı başaran Ömer, dünya basketbolunda da aynı etkiyi yaratma potansiyeline sahip bir isimdi. Ancak yaşadığı ağır sakatlıklar ve milyonda 1 rastlanan hastalığın pençesine düşmesiyle, parlak kariyeri talihsizlikle noktalandı. Milli oyuncu, hayatının merkezine koyduğu basketbolu bir kenara bırakarak, sağlığı için bu radikal kararı aldı...



ŞANSSIZ
SEMİH ERDEN


“Yaşadığı sakatlıklar, Semih Erden’in kariyerinde kritik anlara neden oldu. Eğer bu sakatlıklar olmasaydı, şu an kendisini Pınar Karşıyaka’nın değil, NBA’de herhangi bir takımın tecrübeli pivotu olarak yazabilirdik.”

BERTAN ERMAN

Semih Erden, çocukluğumdan beri sıkı bir şekilde takip ettiğim, sevdiğim oyunculardan biridir. 2009 yılında Boston Celtics tarafından seçildiğini öğrenince, “Wow!” demiştim. Eğer draft edildiği sezon gitseydi, 2010 yılında final oynayan Celtics’in bir parçası olacaktı. Ütopyalar bir kenarda dursun; biz Semih Erden’in kısa süreli NBA geçmişine bakalım.

Ömer Aşık ile aynı yıl draft edilen ve yine aynı sezon içinde NBA’e giden Semih Erden, kendini yıldızlar geçidinde buldu. Kevin Garnett, Paul Pierce, Ray Allen… En önemlisi de, kendi pozisyonunda, tarihe damga vurmuş Shaquille O’Neal ve Jermaine O’Neal gibi isimlerle birlikteydi.

Bu efsanelerin yanı sıra, önceki yıllarda Celtics’in kadrosunda yer alan Glen Davis ve Kendrick Perkins de bu kadroda yer alıyordu. Bu da bir çaylak oyuncu için pek fazla süre alamaması anlamına geliyordu.

37 maçta 7 kez ilk 5 başlayan, oynadığı karşılaşmalarda 4.1 sayı ve 2.9 ribaund ortalamaları tutturan Semih Erden, bu geniş rotasyonda Massachusetts ekibinin en son tercihi oldu ve 2010-2011 sezonunda, takasın son günlerinde, yolları yıllar sonra Darüşşafaka’da kesişecek takım arkadaşı Luke Harangody ile birlikte Cleveland Cavaliers’a gitti. Ancak Semih Erden, gerek sakatlıklar gerekse takımda yaşadığı sorunlar nedeniyle 2012-13 sezonu öncesinde Türkiye’ye döndü.

Öncelikle Semih Erden, NBA’de kendisi için doğru takımlarda oynayamadı. Boston Celtics’in kuvvetli ve geniş kadrosunu düşününce, kendi geleceği için çok parlak olmazdı. Tabii ki Shaq 2011 yılında emeklilik kararı almıştı. Jermaine O’Neal da yaşlıydı. Celtics’in 2011-2012 sezonundaki kadrosunda Kevin Garnett’in uzun forvetten pivota çekilmesiyle yine kısıtlı bir alan olacaktı. Cavaliers’ta da takım olarak başarılı sezonlar geçiremeyecekti. (LeBron’un geri döneceği zamanda olsaydı, bunu kesinlikle diyemezdik.)

Eğer 2011-2012 sezonunu baz alırsak, Semih Erden için Doğu’da Orlando Magic, Batı’da ise Los Angeles Lakers en uygun takımlar olacaktı. Genel olarak kuvvetli; ancak pivot rotasyonu açısından kıt olan bu iki takımda daha fazla süre alma şansı olan Semih Erden, Magic’de Hidayet Türkoğlu ile de A Milli Takım’da olduğu gibi takım arkadaşı olabilirdi ve Dwight Howard’a nefes aldıran bir benç oyuncusundan iyi bir 6. adama geçiş yapardı. Akabinde Howard’ın gitmesiyle Magic’in ilk beşindeki pivotu olur ve adından sıkça söz ettirebilirdi.

Lakers’ta ise, Andrew Bynum ve Jordan Hill ile rekabet içinde olacaktı. Kobe Bryant ile birlikte çalışma fırsatı bulacak olan Semih Erden, böylesine büyük bir organizasyonda mental anlamda daha gelişir ve formayı Bynum’dan kapabilirdi.

Lakin bunları düşünürken sakatlıkları es geçtik! 2 sezonluk NBA macerası, Semih
Erden’i birçok alanda geliştirdi. Kendine uygun pozisyonlarda bitiriciliği güçlenen başarılı pivot, rakipleri için önemli bir tehdit olmaya devam etti. Bunun haricinde fiziksel olarak da gelişme kaydeden Semih Erden, gerek NBA’deki tecrübesi, gerekse kuvvetiyle, ilerleyen yaşına rağmen halen daha A Milli Takım’ın ilk beşinde yer alıyor.

Kısacası, yaşadığı sakatlıklar, Semih Erden’in kariyerinde kritik anlara neden oldu. Eğer bu sakatlıklar olmasaydı, şu an kendisini Pınar Karşıyaka’nın değil, NBA’de herhangi bir takımın tecrübeli pivotu olarak yazabilirdik. Bir de, Shaquille O’Neal’ın ona, “Selamın aleyküm baba!” demesi akıllarda kaldı...



KISA MACERA
FURKAN ALDEMİR


"Furkan için NBA macerasının başlayacağı yıl 2014 oldu. Furkan’ın basketbolunun modern basketbolun istediği bir dört numaradan beklenenler ölçüsünde olmaması onun NBA macerasının 41 maçta tamamlanmasına neden oldu..."

YAVUZ ÇANDIR

Uzun yıllardır nadasa çekilen İzmir’in basketbolcu fabrikası Karşıyaka, 2009-10 sezonun basketbolseverleri yeni bir yıldız ile tanıştırmıştı. Henüz 18 yaşında olan o uzun, o sezon All-Star’a da seçilmişti. 2009-10 sezonunun 7.8 sayı ve 7.9 ribaund ortalamaları tamamlayan o genç yıldızın ismi Furkan Aldemir'di.

2010’lu yılların 'modern uzun' profilini çok iyi yansıtan Furkan, çok iyi bir reaksiyon zamanlaması ve çabuk ayaklara sahipti. Basketbol otoriteleri tarafından yeni Ömer Aşık yorumları yapılan Furkan'ın, ilerleyen senelerde draft edilmesi bekleniyordu.

2010-2011 sezonuna da fırtına gibi giren Furkan, sezonun 10. maçı olan Fenerbahçe karşısında bileğinden sakatlandı ve yaklaşık 2 ay basketboldan uzak kaldı. Sakatlığının ardından sezonun sonunda tekrar ritim bulan Furkan, 23 Haziran 2011'deki NBA seçmelerine katılacaklar listesinde yer alıyordu. Fakat daha sonra ailesi ve menajeriyle aldığı karar doğrultusunda Furkan, 2011 seçmelerine katılmaktan vazgeçtiğini ve 2012'deki seçmelere katılacağını söyledi.

2011 yazında Galatasaray’a transfer olan Furkan, 2011-12 sezonunda hem ligde hem de EuroLeague’de fırtına estiren Oktay Mahmuti’li Galatasaray’ın en önemli oyuncularından biri hâline geldi. Furkan’ın iki yıl üst üste sergilediği iyi performans, onun 2012 NBA Seçmelerinde Los Angeles Clippers tarafından 53. sıradan seçmesini sağladı. “Avrupa’da ya da NBA’de devam” kararını Avrupa yönünde veren Furkan, ertesi sezon Galatasaray ile ligde şampiyonluk da yaşadı.

Furkan için NBA macerasının başlayacağı yıl ise 2014 olacaktı. 2013-2014 sezonunu da Galatasaray ile başarılı bir şekilde geçiren Furkan, bir yıl sonra da Galatasaray forması ile başlamış; ancak sezon içinde aldığı karar ile kasım ayının sonunda Philadelphia 76ers’e transfer olduğunu duyurmuştu.

Ancak Furkan için NBA macerası iyi gitmeyecekti. Furkan’ın basketbolunun modern basketbolun istediği bir dört numaradan beklenenler ölçüsünde olmaması onun NBA macerasının 41 maçta tamamlanmasına neden oldu.

Furkan NBA’den döndükten sonra da yaptığı röportajlarda "Yüksek potansiyelli genç bir oyuncunun ABD’deki yaşam şartları ile NBA’e uyum açısından erken vakitte Avrupa’dan ayrılması daha doğru olur” demişti.

NBA kariyerinin ardından Darüşşafaka ile sözleşme imzalayan tecrübeli basketbolcu, 2017-18 sezonunun Eurocup Şampiyonu Daçka’nın en önemli isimlerinden biri konumundaydı. Eurocup şampiyonluğunun ardından dizinden kıkırdak ameliyat geçirmek zorunda kalan Furkan’ın operasyonun, başarılı olmadığı bir süre sonra ortaya çıktı.

Bu gelişmeler üzerine İsviçre'ye giden Furkan, Roger Federer'in doktorundan öneriler aldı ve haziran ayında İstanbul'da ikinci kez ameliyat oldu. Tecrübeli uzunun aramıza 2020-21 sezonunda yeni bir ‘challenge’ ile geri dönmesi bekleniyor!



İBRAHİM KUTLUAY
BASKETBOL SONRASINA YATIRIM YAPTIM


"NBA’de aynı zamanda basketbol sonrasına ciddi yatırım yaptım. Az oynuyordum ama orada her şeyi takip etmeye çalışıyordum ve çok faydası oldu bana. Sahaya çıkmadığım maçlarda bazen takım elbiseyle oturdum kenarda. O zaman salonu da gözlemliyordum."

ALP ULAGAY

İbrahim Kutluay, NBA’de sadece 5 maç forma giyebildi. Ama oraya giden diğer Türk oyunculardan farkı ABD parkelerinde adım attığında çok fazla deneyime sahip bir oyuncu olmasıydı. Kutluay’la kısa süren NBA macerasının öncesini, orada yaptığı gözlemleri konuştuk.

50 SAYILIK MAÇ VE POPOVICH’İN TEPKİSİ

1995 yazında Bursa’daki Avrupa Ümitler Şampiyonası’nda grup maçında İtalya’ya karşı 50 sayı attım. Meğer o zaman San Antonio Spurs’te genel menajer olan Gregg Popovich de tribündeymiş. Ancak benimle ilgili ona önceden bilgi vermeyen scout işinden oluyordu az kalsın!

Fakat o yıl izlemekle yetindiler. Daha sonra 1998'de tekrar bir temasım oldu NBA’yle. Hatta menajerim Tolga Tuğsavul ile gittik ABD’ye. Miami Heat’le, Nets'le, 76'ers'la bire bir denemelere katıldım. Ama benim oyunumun en büyük özelliği beşe beş oyunda. Bire birler kendimi gösterebileceğim bir alan değildi. Benim içime sinmedi, onlar da tam anlayamadı. Sonra orada lokavt ihtimali arttı, biz de geri döndük. Avrupa kupaları başlayınca NBA işini aklımdan çıkarmıştım. Ta ki 2004'e kadar.



PANA’DA OYNARKEN NİYETİM YOKTU

Panathinaikos yıllarında NBA takımlarının ciddi ilgisi yoktu. Bazı temaslar oluyordu; ama ben Obradovic'le olmaktan ve Avrupa'da oynamaktan mutluydum. 2004 yazındaysa durum biraz değişti. Artık Panathinaikos'tan dönmüştüm, Ülker'de oynuyordum. Açıkçası çok da mutlu değildim.

2004 Olimpiyatları'na hazırlanan ABD takımı İstanbul’a geldi. Duncan, Iverson, LeBron'un yeni çıktığı dönem. Ayrıca Carmelo, Jefferson, Odom da vardı. Bayağı acayip bir takımdı. Biz de Avrupa Şampiyonası elemelerine hazırlanıyorduk. Onlarla iki maç yaptık. Ben ilk maçta 19 sayı, ikincide 26 sayı attım.

SEATTLE PATRONU MAÇTAYMIŞ

Maçlardan sonra bizim federasyon onlara bir yemek verdi. Orada bir adam geldi yanıma. Philadelphia 76'ers’ın genel menajeriymiş. Koçları da Jimmy O'Brien'dı. “Seni çok beğendim. Iverson'ın yanına bir partner arıyorum. Onu 1 numaraya çekeceğim. Sen 2 numara oynayacaksın. İster misin gelmek'' dedi. ''Planlarımda böyle bir şey yok. Türkiye'de kontratım var. Burası da doğru bir ortam değil'' yanıtını verdim.

1-2 saat sonra menajerim Tolga Tuğsavul ile yan taraftaki kulübe geçtik. O’Brien anlattı projelerini. Biz tam bunu değerlendirirken iki gün sonra bu kez Seattle Supersonics’in sahibi Howard Schultz aradı. Aynı zamanda Starbucks’ın da sahibi. Meğer o da maçtaymış. O da “Bizde Ray Allen önümüzdeki sezon takas olmak istiyor. Yerine skorer bir oyuncu arıyoruz. Tam bizim takıma göresin. Bizde sevdiğin basketbol oynanıyor” dedi. Beni koçla ve genel menajerle konuşturdu.

Hiç aklımda yokken “Neden olmasın?” dedim. Sonra menajerim görüşmeleri yaptı ve Seattle'a karar verdik, anlaşma imzaladım. Fakat Ülker beni bırakmak istemiyordu. Kendi cebimden yaklaşık 500 bin dolar transfer ücreti verdim.

SEATTLE’DA İLK GÜNLERİM

Ekim ayı başında milli maçlar biter bitmez ABD’ye gittim. Seattle’daki kampın sonuna yetiştim. Gençken gitsem tabii ki çok daha rahat adapte olabilirdim; ama 31 yaşında o kadar kolay olmuyor. Öncelikle Avrupa'da alıştığım, özellikle Obradovic'le oynadığım tarzdan sonra bambaşka bir basketbol sistemi vardı. O kadar çok koşulan, çok top kullanılan bir sistem ki! Tabii ki adapte olmaya çalıştım, oldum da. Fakat özellikle hazırlık maçları çok kötü geçti. Çoğunu kaybediyorduk.

TAKIM SENİN İŞİNİ KOLAYLAŞTIRIYOR

Seattle’da en başta bir süre otelde yaşadım sonra ev tuttum. Zaten oradaki sistem şuydu: Her işi kendi yapıyorsun ama kulüp seni bu işi yapan kişilerle tanıştırıyor. Onlar da ev, araba ve yaşamını rahatlatacak ne varsa her şeyi sana sunuyor. Nasıl evde oturmak istiyorsan parası karşılığında gidiyorsun, konuşuyorsun, kendin hallediyorsun. Ama işini kolaylaştırmak gibi çalışan elemanlar da var takımda.

DEPLASMAN İÇİN HARCIRAH ALIYORDUK

Seyahatler her zaman özel uçakla yapılırdı. Deplasmana giderken, mesela doğu yakasına 10 günlük seyahate çıkarken, uçağa binmeden bir zarfta harcırah veriyorlar. O dönemde günlük 100-110 dolardı zannedersem. Bu, maaşın dışında bir meblağ. İstersen en iyi restoranda o bin doları bir günde harca, istersen McDonalds'ta 5-10 dolara ye. Nadir de olsa takım hâlinde de bir yere gidiyorduk. Ben ilgimi çeken bir yerse, mesela Los Angeles veya Miami'yse dışarıda yemeyi tercih ederdim. Bazen de seyahatten yorulurdum, oda servisine sipariş verirdim.

4 SAYI ATTIM, 'HARİKA OYNADIN' DEDİLER

Seattle’da bir hazırlık maçında az süre almıştım. Sadece 2 ya da 4 sayı attım. Bizim genel menajer geldi, otobüse yürürken kolunu boynuma attı. ''Excellent game'' dedi. Herhalde dalga geçiyor dedim. Baktım suratına, ''No, no, excellent game. Bugün belki 4 sayı attın ama 8 ribaund almışsın, 3 asist yapmışsın. Bence görevini çok iyi yaptın” dedi. Ben şoke oldum. Avrupa'da veya Türkiye'de 4 sayı attığım maçtan sonra sokağa çıkamazdım.

NBA’de hiçbir zaman dün yok. Yarın başka bir gün diye bakıyorlar. O günde kalmayıp ertesi günkü şovun mükemmel olması için çabalıyorlar.

ANTRENMAN YAPMAK SANA KALMIŞ

Takımda kendine hep çok iyi bakmak ve kendini hazır tutmak zorundaydın. Kimse antrenman yap, gece gezme, sabahki antrenmana hazır ol veya kampta kal demiyordu. Çünkü şans geldiği anda kullanamazsan sırada bir sürü oyuncu var. Mesela ağırlık veya kondisyon antrenmanları tamamen bireyseldi.

Her oyuncu ayda en az 10-12 kere orada antrenman yapmak zorunda. Zorunda değilsin aslında ama gidiyorsun, çarpı atıyorsun çizelgeye. Ama kimse gelip gelmediğine bakmıyor. Ne kadar çalışmak istediğin senin bileceğin iş. Zaten hazır olup olmadığın sahada belli oluyordu.



TAKIMIN HAVASI İKİ MAÇTA DEĞİŞTİ

Seattle’ın iki yıldızı Ray Allen ve Rashard Lewis’ti. Diğerleri biraz görev adamıydı. Radmanoviç vardı, Potapenko vardı, Phlilp Murray vardı benim pozisyonumda. Bu arada hazırlık maçlarında oynadım; ama takım çok kötüydü. Sonra galiba son hazırlık maçında, Portland’a karşı iyi oynamıştım, ama sonlarda sakat dizimden yine sakatlandım.

Böyle bir hafta, 10 gün oynayamadım. Sonra normal sezonun ilk maçında Clippers'a 30 sayıyla yenildik. Bunun üzerine bir toplantı yapıldı. Ve takım bir anda inanılmaz oynamaya başladı. Allen muhteşem oynuyordu, Lewis inanılmaz oynuyordu. Mesela San Antonio’yu 20 sayıyla yendik. Acayip bir seri yakaladık ve bir anda planlar değişti. Bu sefer play-off'a iyi yerden girme ihtimali doğdu. Ray de takas olmayınca bana bir daha şans gelmedi.

ÇAYLAK MUAMELESİ YAPMADILAR

Koçla aram çok iyiydi. Ray Allen en iyi arkadaşımdı. Zaten en büyük avantajım gider gitmez Allen'la iyi arkadaş olmamdı. Sık sık onun evinde yemek yedik. Takımdaki herkesle aram çok iyiydi. Takımda 2-3 çaylak oyuncu vardı benimle beraber. Belki sıfat olarak öyle gözüküyordum; ama takımda kimse bana çaylak muamelesi yapmadı. Çünkü hepsi Avrupa'da nasıl bir oyuncu olduğumu biliyordu. Ayrıca takımın en tecrübeli ve yaşça en büyük oyuncusuydum. Allen bile benden iki yaş küçüktü.

TAKAS İSTEDİM BIRAKMADILAR

Oynayabileceğime inanıp da oynamadığını görmek motivasyonu da bozuyor. Genç olsam bir sonraki sezon için beklerdim. Ama 31 yaşındaydım. Birkaç kez takas olmayı teklif ettim. Hatta Miami ve bir-iki takım daha istedi; fakat Seattle benden çok memnun olduğunu söyleyip her seferinde teklifi geri çevirdi. All-Star arasından önce Obradovic ‘arayıp gelmek ister misin?’ deyince de sonraki sezonki kontratımdan fedakârlık edip Panathinaikos'a döndüm.

AVRUPA’YLA EN BÜYÜK FARK

NBA'in Avrupa'dan en büyük farkı oyuncu odaklı olması. Yani orada organizasyonun en temel değeri basketbolcu. Oyuncular, koçtan ve genel menajerden önde geliyor, el üstünde tutuluyor. Hele takımda bir yıldız varsa en büyük değer o. Zaten olması gereken de bu. Çünkü maçı televizyonda izlettiren de, salona seyircileri getiren, bilet ya da formayı sattıran da o oyuncular. Tabii ki basketbolda koç çok önemli ama NBA'de malı satan oyuncudur.

SEYİRCİ ETKİNLİĞİ MECBURİ

Seyirci ve halk etkinliklerine çok katıldım. Mesela bir kere down sendromlu çocukları ziyarete edip onlara hediyeler verdik. Gidiyorsun, sohbet ediyorsun, onlarla basketbol konuşuyorsun, fotoğraf çektiriyorsun, biraz zaman geçiyorsun. Öbür hafta yaşlılarla ilgili bir etkinliğe gidiyorduk. Birkaç kere taraftarlarla organizasyona katıldık. Bunlar Avrupa'da 2004'te yoktu henüz. NBA'in kendine özgü etkinlikleriydi ve katılım mecburiydi.



ATMOSFER ÇOK FARKLIYDI

Daha önce salonda NBA maçı izlemiştim. Ama maça gitmekle orada bir parçası olarak oynamak farklı şeyler tabii ki. Salonun diğer bütün yönlerine şahit oluyorsun. Hâliyle o zamanlar Türkiye'de ve Avrupa’da öyle salonlar yoktu. Los Angeles’ta Staples Center'a gitmiştik. Antrenmana gidiyorduk, bir gün önce Lakers oynamıştı. Biz de Clippers ile oynayacaktık. O salonun dönüşümüne şahit olduk. Üstelik Staples yeni bir salon değildi. O zaman çok yeni ve inanılmaz salonlar vardı, etkilenmiştim tabii ki. Bir de oradaki atmosfer Avrupa’dakinden çok farklı. NBA’de insanlar salona o şovu izlemeye gidiyorlar.

NE KADAR İYİ ÇALIŞTIKLARINI GÖZLEMLEDİM

Orada aynı zamanda basketbol sonrasına ciddi yatırım yaptım. Az oynuyordum; ama orada her şeyi takip etmeye çalışıyordum ve bunun çok faydası oldu bana. Sahaya çıkmadığım maçlarda bazen takım elbiseyle oturdum kenarda. O zaman salonu da gözlemliyordum. Birçok şeyi öğrenmeye çalıştım: Organizasyonun nasıl işlediğini, idarecilerin olaya nasıl baktığını, oyuncuların orada patron olduğunu, koç-oyuncu ilişkilerini, dışarıdaki hayatın ne kadar eksiksiz ve kusursuz işlediğini, takımlarla NBA organizasyonun ne kadar iyi çalıştığını hep gözlemleme şansım oldu.


YORUMLAR

  • 0 Yorum