Rekor

Parkelerin sessiz kaldığı şu dönemde Türk ve dünya basketbolunun 'en'lerini sizler için bir araya getirdik. Dosyamızda neler mi var? NBA'in rekor canavarı Wilt Chamberlain'den, 153 sayısı ile tarihe geçen Erman Kunter'e, Majesteleri Michael Jordan'ın 63 sayılık Boston resitalinden, 11 yüzük ile parmağında yer kalmayan Bill Russell'a; üçlük makinesi Christ Lofton'dan, parkelerin Dişi Kobesi Diana Taurasi'ye... Türkiye Ligi'nde 37'de 37 galibiyet alan Petar Naumoski önderliğindeki 92-93 Efes'inden, bu sezon EuroLeague'e 49 sayısı ile imzasını bırakan Shane Larkin'e; EuroLegue'de 9 şampiyonluk yaşama başarısı gösteren Obradovic'ten, Türkiye Ligi'ni 7 kez kazanarak zirvede yer alan rahmetli Aydan Siyavuş'a kadar detaylı bir çalışma hazırladık. Levent Topsakal ve Erkan Veyseloğlu röportajları da bonus oldu. Keyifli okumalar. HAZIRLAYAN: BERTAN ERMAN

Rekor
06 Haziran 2020 - 09:38 - Güncelleme: 06 Haziran 2020 - 11:53



Türk basketbolunun efsane ismi Erman Kunter, Hilalspor maçındaki 153 sayılık performansını böyle yorumladı...

ORGANİZE İŞLER

"Her şey menajerimiz Doğan Hakyemez'in, 'Senin üzerinden maça bir hareketlilik getirelim" demesiyle başladı... 58 saniyede 13 sayı attım. Başlangıçta belki çok da organize değildi, ama sonra sayılar geldikçe öyle gelişti... 10. dakikanın ardından maçı bırakan taraftarlar, benim basketlerimi saymaya başladı. Devreyi tam 81 sayıyla tamamlayıp, ikinci yarıda da işi biraz abarttım!"

RÖPORTAJ: TOLGA YENİGÜN

Dile kolay tam 153 sayı... Basketbolumuzda çok farklı bir yere sahip olan Erman Kunter, 12 Mart 1988'de İzmir'de oynanan maçta Hilalspor potasına 153 sayı bıraktığı tarihe geçen o günü detaylarıyla anlattı...

- Türk basketbol tarihine geçen 175-101 biten Hilalspor - Fenerbahçe maçındaki 153 sayılık performansı nasıl anlatırsınız?

- Çok detaylı hatırlamıyorum ama sanırım normal sezonun bitmesine 2 maç vardı ve İzmir'deydik. Biz o sene normal sezonu 1. bitiriyorduk, rakibimiz Hilalspor zayıftı küme düşme hattındalardı ve sezon sonu da düştüler. Maç öncesi çok büyük bir hazırlık vardı. Genel menajerimiz Doğan Hakyemezdi, 'Senin üzerinden maça bir hareketlilik getirelim' dedi. Hava atışından sonra 58 saniyede 13 sayı attım. Başlangıçta çok organize değildi; ama sonra sayılar geldikçe öyle gelişti.

Rahmetli Doğan Hakyemez, çok başarılı bir basketbolcu ve yöneticiydi. Kamuoyunun ilgisini basketbola çekmeyi çok iyi bilirdi. O gün maçın oynandığı Atatürk Spor Salonu'nda çok da fazla bir seyirci yoktu. Tabii ki Fenerbahçe'nin her yerde seyircisi olur, ki o gün de salondalardı. Ev sahibinin de az sayıda da olsa taraftarı vardı. 10. ya da 12. dakikadan sonra seyirciler benim basketlerimi saymaya başladı. İlk devreyi 81 sayı ile tamamlarken, ikinci yarı da 72 sayı ile oynayıp, 153 sayılık performansla işi biraz abarttım!

- Maça nasıl hazırlanmıştınız, oyun içinde nasıl bu denli motive oldunuz?

- Hakikaten 'sayı rekoruna gidelim' diye bir hazırlığımız olmadı. Özel bir şey yapmadık. O zaman takımımız çok güçlüydü, rakip de dedim ya küme düşme arefesindeydi. Hareket noktamız sayı rekoru değildi.

FARUK'U, BENİ O MAÇTA TUTTUĞU İÇİN ALDIM!

- Hafta içi Levent Topsakal 81 attığı için sizin kaç sayı atmanız gerekiyordu sayı krallığı için?


- O da Hilal'e atmıştı! O dönem çok değişken savunmalar yapılıyordu.O tarihi maçın bir bölümünde beni, ileride oyuncum ve yardımcı antrenörüm olacak Faruk Beşok savunmuştu. Bir gün Faruk'a, “Zaten beni o maçta tuttuğun için seni takımıma almıştım!” diye takıldım. Espri tabii ki henüz 17-18 yaşlarındaydı o dönem Faruk...



- Taraftarların bu sıra dışı performans için tepkileri nasıldı?

- Fenerbahçe'nin her yerde seyircisi vardır. Bir şekilde gelirler, takımına bağlıdırlar. 3 Büyükler'de bu özellik çok öne çıkıyor. Henüz 58 saniyede benim sayılarla 13-0 gelince, mola aldılar. Tekrar başladık, bir müddet sonra seyirci oyunu tamamen bıraktı. Maç atmosferi yerini sayıları saymaya bırakmıştı!

PETE 2. DAKİKADA ÇEKİP GİTTİ

- Maç sonu rakip takımın oyuncularının ve koçunun tavrı nasıldı?


- Kimsenin beklemediği bir olay, çok fazla miktarda sayı atıldı! Bütün millet şoktaydı. Karşı takımda da bizim takımda da bir şok oluştu. Herkes ne diyeceğini şaşırdı. İzmir dönüşü uçakta da bu şok sürdü. O zaman çok fazla kanal da yok, TRT'de birinci haber oldu benim 153 sayım. Tüm haberlerin önünde söylendi.

Atletin 100 metre ya da 200 metre rekorları gibiydi, o dönem çok çabuk geçti; ama ben hâlâ onun etkisini yaşıyorum. Bugün çalıştırdığım takıma ABD'li bir oyuncu geliyor, bana ilk olarak rekorumu soruyor. O zamanlar 153 sayının etkisi çok hızlı geçti, araya play-off'lar falan girdi. Ama kariyerime yazılan 153 sayının etkilerini bugün hâlâ yaşıyorum.

O dönem şu da vardı. Evet, hâliyle tüm dünyada duyuldu, ses getirdi; ama yavaş yayıldı. Bugünkü ortamda bu tarz bir rekor sosyal medyanın etkisiyle inanılmaz hızlı yayılırdı. O günden sonra benimle yapılan röportajlarda -yurt dışı röportajları da dahil- ilk 3 sorudan biri mutlaka 153 sayılık rekorum oldu.

- Pete Williams neden oynamadı?

- Yanlış hatırlamıyorsam maça başladı; ama bir müddet sonra yaşananlar pek de hoşuna gitmedi. Çok büyük ve farklı bir karakterdi, 'Ben oynamıyorum' dedi. Maça başladı; fakat 2. dakikada tüm paslar bana gelince bu durum hoşuna gitmedi ve maçı bıraktı.

BUGÜNÜN BASKETBOLUNDA MÜMKÜN DEĞİL

- Bugünkü basketbolda bu rekorun yarısına bile ulaşılamamasının nedeni nedir?


- Gerçekçi konuşmak lazım. Bu oyun artık çok değişti ve sertleşti. Savunmalar sertleşti, takımlar arasındaki kalite farkı azaldı. Eskiden sert savunma yoktu, bir de çok çabuk faul çalınıyordu. O maçta da ben serbest atıştan 25 sayı buldum.



GÖZÜME KESTİRSEM NBA'DEYDİM

- NBA'in ilgisini çekti mi bu 153 sayılık rekor, ayrıca yaz ligi maceranızdan da bahsetsek...


- O dönem NBA bize çok uzaktı, Avrupa'ya bile uzaktı. Biz NBA'i ilk defa Tepebaşında Amerikan Kültür Merkezi'nde 8 mm. filmlerle seyrettik. Ondan sonra uydudan çanak antenlerde Hilton'dan oda kiralardık. Necati Güler vardı, rahmetli Aydan Abi (Siyavuş, Aliço ve Efe (Aydan) vardı, giderdik oradan izlerdik maçları.

Bir de o yıllarda A Milli Takım, ABD'de turne yapıyordu. Orada üniversitelerle maç yapıyoruz. Döneceğiz. Son maçtı, o dönemin iyi takımlarından sanıyorum; St John's Üniversitesi'nin koçu, 'Mutlaka burada kal, sonraki sezon ben de NBA'de olacağım" dedi. 1977 ya da 78 yılı o dönem hiçbir şey bilmiyoruz, NBA nedir? Çok az dergi var. Sports Illustrated'ten fotoğraf kesiyoruz falan. O dönem NBA'i gözüme kestirmedim; ama kestirsem NBA'de olurdum, hangi seviyede olurdum onu bilemem.

Şu da var... Bodiroga, döneminde Avrupa'nın en iyi oyuncusuydu; ama o bile NBA'de kariyer yapamadı. Eski öğrencim De Colo, EuroLeague'in son 5 yılına damga vurdu; ama o da NBA'de değil... Amerika çok farklı bir dünya...

REŞAT GÜNEY, ÇAKIRGİL İBO BİR DE LOFTON

- Kendinizi şutör olarak tanımlar mısınız? Türkiye ve dünyada en beğendiğiniz şutörler kimlerdi?


- Kendimi ben hiçbir zaman iyi bir şutör olarak görmedim. Drive eden, fast break'ten sayı bulan bir oyuncuydum. Bir örnek vereyim mesela Hüsnü Çakırgil çok iyi bir şutördü. Gördüğüm en iyi şutörlerden biri, benden genç olsa da karşılıklı oynadık. Bizden evvel Reşat Güney'in iyi bir şutör olduğunu düşünüyorum. Harun (Erdenay) da mesela benim gibi daha komple bir oyuncuydu, yani ilk özelliği şutörlüğü değildi.

İbo (Kutluay) iyi şutördü. Ben basketbolu bırakmaya yakın dönemde şutör oldum. Yaş ilerleyince, fiziksel gücünüz düşünce hâliyle şutörlük öne çıkıyor. NBA'de Michael Jordan da şutör değil, skorerdir. Günümüzde Curry kuvvetli bir şutör. Bir de mutlaka eklemeliyim eski oyuncum Chris Lofton enteresan bir şutördü. Attı mı seriye bağlardı...

TİPLEME
- En beğendiğiniz oyuncu?

- Kevin Durant
- En beğendiğiniz koç?
- Dean Smith
- En iyi ilk 5'iniz?
- Magic Johnson, Michael Jordan, Kevin Durant, Larry Bird, Moses Malone
- En zorlu deplasman?
- Gaziantep Beslen. (En çok da koç Murat Didin zorlaştırıyordu, idmanlarda potaları falan söküyorlardı!)
- İki kelime ile basketbol...
- Yaşam biçimi



YILDIZ
LEVENT TOPSAKAL


"1983 yılında Yıldız Milli Takımımızın, Avrupa Şampiyonası elemelerinde İrlanda'yı 146-64 mağlup ettiği maçta 78 sayı kaydeden Levent Topsakal, Guinness Rekorlar Kitabı'na girdi..."

RİBAUND

Türk basketbol tarihinde birçok isim geldi geçti. Özellikle 1980’ler ve 1990’lar, Harun Erdenay, İbrahim Kutluay gibi birbirinden özel Türk şutörlere sahne oldu. O isimlerden biri de Levent Topsakal’dı. Geçen ayki sayımızda, “Efsaneler Anlatıyor” bölümünde kendisi ile röportaj yapmıştık. Birçok anısından bahsetmişti. Bu sayımızda da rekorlar söz konusu olunca tekrar Levent Topsakal'ın kapısını çaldık... Topsakal’ın gençlik yıllarına gidersek, bir basketbolcu için bir maçta atılabilecek en yüksek sayılardan biriyle karşılaşıyoruz: 78.

Takvimler, 16 Nisan 1983’ü gösterdiğinde, Yıldız Milli Takımımız’ın Avrupa Şampiyonası eleme maçı vardı. Rakip, kuvvetli olmayan İrlanda idi. Skorer bir oyuncunun bu tarz maçlarda yüksek sayılara ulaşması kaçınılmaz olabiliyor.

Levent Topsakal, bu durumu şu şekilde anlatıyor: İrlanda zayıf bir takımdı. Maç bitti. Bana '78 sayı attın' dediler. O zamanlar maç kağıdı, asist vs. tutulmuyor. Farkında değildim. 78 sayı attığımın farkında değilim. Tamam iyi bir skorerdim, şampiyonada sayı kralı oldum; ama zayıf bir takıma karşı olağan bir durumdu. Maç da 146-64 gibi bir skorla bitmişti.

O maçı tekrar değerlendiren Levent Topsakal, “İrlanda maçındaki 78 sayı Guinness’e girdi. Ama orada da zaten takımın sayı yükünü çeken bir oyuncuydum. Rakip zayıf bir takımdı; ama işin içerisinde Türk Milli Takımı olunca bir değeri var” ifadelerini kullandı.

Turnuvayı da değerlendiren Topsakal, “İtalya, İsrail ve İrlanda ile aynı gruptaydık. İlk ikiye girdik ve şampiyonaya katıldık. Avrupa Şampiyonası çok zor bir turnuvaydı. Orada da sayı kralı oldum. 3-4 kez 33, 35, 37 sayıyla oynadığım maçlar oldu. 27 sayı civarında bir ortalamayla turnuvayı tamamlamıştım” dedi.

'O 81 SAYININ DEĞERİ YOK'

Erman Kunter’in Hilalspor karşısındaki 153 sayılık rekoru birçok basketbolsever bilir. Peki ondan önce bu rekor kime aitti? Cevap: Levent Topsakal. İTÜ’nün 1987-1988 sezonunda, 7 Mart 1988 tarihinde, Spor Sergi’de oynanan Hilalspor maçı 83 sayı farkla bitmişti; 153-70. Bu maçta Hilalspor’dan daha fazla sayı kaydeden Levent Topsakal, 81 sayılık performansını, “Hilalspor o maça genç bir takımla çıktı. Yatırımı kestiler. Dolayısıyla hiçbir değeri yok. Öyle süre gelen bir karşılaşmaydı. Kobe Bryant’ın Toronto’ya attığı 81 sayı, gerçek bir 81 sayıydı. Kıyaslanma durumu yok yani. Sonuçta kendi ayarında bir NBA takımıyla maç yaptı. Ben bu 81 sayıyı Eczacıbaşı’na veya Çukurova’ya karşı atsaydım, çok değerli olurdu. 35’in, 40’ın üzerinde sayılarımız vardı; ama 81 yoktu” diyerek anlattı.

Levent Topsakal’ın içine pek de sinmeyen bu rekoru 5 gün sürdü. Fenerbahçe’nin İzmir deplasmanında Hilalspor’u 175-101 yendiği maçta Erman Kunter 153 sayı kaydederek bir maçta en çok sayı rekorunun yeni sahibi olmuştu. Levent Topsakal, dosyamızda da yer alan Erman Kunter’in kendisine ait rekoru kırmasını da şu sözlerle değerlendirdi: “Herhalde Fenerbahçe onu sayı kralı yapmak istedi. Hilalspor maçı öncesinde ben sayı krallığında çok öndeydim. Dolayısıyla Erman Kunter’i sayı kralı yapmak istemişler. Takım olarak bütün topları ona atmışlar.”



ODAK
AYDAN SİYAVUŞ


"Aydan Ağabey, bugünün imkânlarında, profesyonel ortamında, basketbol antrenörlüğüne yeni başlamış birisi olsaydı, şampiyonluk sayısı çift haneleri bulurdu. Konsantre olduğu zaman eşi benzeri olmayan bir basketbol beyni vardı."

MURAT MURATHANOĞLU

Rahmetli Aydan Siyavuş, hayatımda çok önemli yeri olan biri. Aydan Ağabey, bugünün imkânlarında, profesyonel ortamında, basketbol antrenörlüğüne yeni başlamış birisi olsaydı, şampiyonluk sayısı çift haneleri bulurdu. O, zamanında profesyonel antrenörlüğü Türkiye'ye getiren isimdi.

Ben hem Eczacıbaşı’nda hem de Fenerbahçe’de onunla çalıştığım için çok iyi biliyorum. Eczacıbaşı o dönem tüm kulüpler arasında en profesyoneliydi. Bugünkü imkânlar, profesyonellik, şartlar ve imkanlar olsaydı, çok çok ileriye giderdi. Sadece basketbola konsantre olduğu zaman, olağanüstü bir basketbol zekasına ve hissine sahipti. O odakladığı zaman, konsantre olduğu zaman nasıl bir basketbol beyni olduğunu çok yakından gördüm.

Detaycı, idman temposu, antrenmanlarda başka kimsenin aklına gelmeyecek şeylere hazırlık yapması, konuşurken bile karşısındakini test etmesi, her söylenilene 'evet' dememesi, 'evet' diyenleri de pek sevmemesi öne çıkan özellikleriydi.

Aydan Siyavuş'tan bahsederken odaklandığı zaman vurgusu yaptım. Aydan Ağabey odaklandığı zaman o seviyeler çıkabiliyordu. Bugünün profesyonel ortamında Aydan Siyavuş antrenör olsaydı... Salonu olan, yapılanması çok sağlam bir kulüpte görev yapsaydı, odaklanma sıkıntısı azalır, daha profesyonel ortamda bence çok çok büyük başarılara imza atardı.

İşi biraz daha ciddiye alsaydı, at yarışlarından uzak dursaydı, o zamanın şartlarına göre çok farklı döneme girebilirdi. Eczacıbaşı’ndan sonra, evim diyebileceği bir kulüp bulamadı. Biz Fenerbahçe’ye birlikte geldiğimizde, Ali Şen’e çok inanmıştı. 8-10 sene Fenerbahçe’de kalabileceğini düşünüyordu; ama Rahmetli Semih Bayülken indirdi onu. Faruk Ilgaz geldi. İlk sezonu tamamlayamadı. Efes’te ise her zaman Pano Natof ile bir çekişmesi vardı. Yani Eczacıbaşı’nın iç yapısı ile Efes’in iç yapısı çok farklıydı. Başka bir müessese kulübünde Eczacıbaşı’nın yapılanmasını arıyordu diye düşünüyorum.

Beşiktaş’ta çok iyi bir sezonu var. Karşıyaka’nın şampiyon olduğu yıl, herkes 2-3 Amerikalı oynatırken, o tek Amerikali ile yoluna devam etti. O sezon birbiri ardına aksilikler yaşadı. Esasında, Beşiktaş belki de Süleyman Seba yüzünden... Para olsaydı, onun en başarılı ve en kalıcı olacağı takım Beşiktaş olurdu diye düşünüyorum.

6'SI ÜST ÜSTE 7 ŞAMPİYONLUK
Eczacıbaşı: 1975-1976, 1976-1977, 1977-1978, 1979-1980, 1980-1981, 1981-1982
Efes: 1983-1984
Dipnot: 1978-79 sezonunda Siyavuş yönetimindeki Eczacıbaşı, o dönem final grubu uygulamasında Efes'e ikili averajda kaybetti. Normal lig usulü uygulansaydı Eczacı o sezon da şampiyon olacaktı ki bu da 7 sezon üst üste şampiyonluk anlamına gelirdi.



37’DE 37 İYİ AMA...
PETAR NAUMOSKI


"Evet namağlup olarak Türkiye Ligi’ni kazanmak önemli belki ama keşke ligi kaybedip aynı yıl Torino’da Aris’i yenseydik. İçimde uktedir. Avrupa şampiyonluğunu, üst üste 37 galibiyete tercih ederdim."

1992-1993 sezonu, birçok anlamda Türk basketbolunda değişikliklerin olduğu; bazıları
hüzünlendiren, bazıları da geleceğe umut olan gelişmelerin yaşandığı bir dönemdi. Sezon öncesinde, geçmişte başarılar yaşayan Eczacıbaşı, Paşabahçe, Çukurova Sanayi ve Beslenspor, maddi durumlardan dolayı aktivitelerini sonlandırmıştı. Ancak Efes, bu dönemden itibaren Avrupa’da gelecek başarıların öncüsü, geleceğe ışık olmaya başlamıştı.

Lacivert beyazlılar, 1992-1993 sezonunda Türkiye Basketbol 1. Ligi’ni namağlup şampiyon olarak tamamlayıp, bir ilki başarmış ve Avrupa’da final oynamıştı. O sezon Türkiye’ye ilk kez gelen Petar Naumoski, Efes’in bu inanılmaz sezonunu anlattı...

EN ÇOK AYDIN KOÇ HAK ETTİ

- Sezon öncesinde hiç maç kaybetmeden lig şampiyonu olacağınız söylense, inanır mıydınız?

- Kesinlikle takımdaki hiç kimse, sezonu namağlup tamamlayacağımızı beklemezdi. En azından ben beklemezdim. Çünkü Türkiye’deki ilk yılımdı ve böyle bireysel yeteneklere sahip oyuncuların ve bu kadar özel bir takım olduğunu tahmin edemezdik. Deyim yerindeyse hepimizin yontulduğu zaman, en iyisi olmayı isteyeceğimizi bilemezdik. Şunun garantisini verebilirim ki, her gün çok sıkı çalıştık. Bu başarıyı da en çok Aydın Koç (Örs) hak etti.

Sezonun en başından itibaren Aydın Koç, bizden büyük sonuçlar için hazır ve motive olmamızı istedi. Ayrıca, Türkiye’de ilk sezonunu geçiren yabancı oyuncu olarak, kontenjana beni seçtikleri için de teşekkür ederim. Tüm kulüpler iki yabancı uzun alarak pota altında basket oynuyordu. Efes ise, bir oyun kurucu ve bir uzun forvet ile oynadı… Ben iyi bir seçimdim. (Gülerek) Bu sayede hepimiz takıma katkı sağladık ve Türkiye’de namağlup şampiyonluk rekorunu elde ettik.

İZMİT'TEKİ TAKIM ÇOK AGRESİFTİ!

- Evet, tüm takımları yendiniz. Ancak hangi takım aralarında en zorlayıcıydı?

- Günümüzde bakınca, hepsini hatırlamak zor. Çünkü aradan uzun zaman geçti ve benim Türkiye’deki ilk yılımdı ve son yılım değildi. (Gülerek) Hatırladığım kadarıyla İzmit’te bir takım vardı. Nasaş... Oldukça iyi ve agresif bir takımdı. Levent Topsakal ve Ömer (Büyükaycan) oynuyordu. Diğer taraftan da Harun Erdenay (İTÜ) ve Orhun Ene'nin (Fenerbahçe) oynadığı takımlar vardı. O sezon Türkiye Ligi bizim için çok keyifli geçti...

- O sezon ligde oynadığınız ve hiç unutamadığınız maç hangisiydi?

- O dönemle ilgili çok iyi hatırladığım maç, İzmit ekibiyle (Nasaş) oynadığımız maçtı. Türkiye Kupası maçıydı. Evimizde kaybetmiştik ve elenerek bu turnuvada ilerisini göremedik. Bizim açımızdan beklenmedik bir durumdu ve hepimiz için acı vericiydi. Ama bence bu yenilgi, diğer turnuvaları etkiledi; Türkiye Ligi’nde namağlup şampiyonluğa ve beklenmedik bir sonla biten Avrupa Şampiyonası’na (Saporta Kupası) yönlendirdi.

NBA İLE MAKAS O DÖNEM DAHA AÇIKTI

- Namağlup şampiyon olan bu takım, o dönemin şartlarında NBA’den herhangi bir takımı mağlup edebilir miydi?


- NBA’den herhangi bir takımı yenmek, o zamanlarda Avrupa’daki tüm takımlar için çok zordu ve hatta imkânsızdı. 1990 yılında Jugoplastika Split ile Roma’da McDonald’s Turnuvası’na katılmıştık. Ben de o takımın bir parçasıydım; ama oynama şansı bulamamıştım ve sadece 2 sayı farkla kaybetmiştik.

Efes o meşhur Split takımından daha güçsüzdü ve herhangi bir NBA takımını yenmesi çok zordu. Sadece fiziksel olarak hazır olmayan bir NBA takımını, o dönem en iyi, en güçlü Avrupa takımının mağlup edebilme şansı olurdu.

- O sezon için, “Keşke olsaydı…” dediğiniz bir şey var mı?

- Sizlere bunu anlatmaktan çok mutluluk duyacağım, o sezon içimde uktedir. Sayenizde içimi dökme fırsatı bulacağım... Keşke 37'de 37 yaparak mutlu sona ulaştığımız Türkiye Ligi’ni kaybedip, aynı yıl Torino’da Aris’i yenseydik... Efes, Türkiye Ligi'nde her zaman şampiyon olabilir; ama ben o özel sezonu Avrupa şampiyonluğu ile taçlandırmayı isterdim. Neyse ki sonra Koraç geldi!

1992-1993 EFES İSTATİSTİKLERİ
Normal sezon: 30 maçta 30 galibiyet
Normal sezonda en farklı galibiyet: Beşiktaş 48-96 Efes (Ufuk Sarıca: 26 sayı)
Normal sezonda en az farkla kazanılan iç saha maçı: Efes 76-74 PTT Ankara (Petar Naumoski: 21 sayı)
PLAY-OFF
Çeyrek Final Serisi Efes - Oyak Renault:

1. maç iç saha: 88-63, 2. maç deplasman: 91-73
Yarı Final Serisi Efes - Nasaş:
1. maç iç saha: 87-72, 2. maç deplasman: 85-71
Final Serisi Efes - Fenerbahçe:
1. maç iç saha: 82-55,
2. maç deplasman: 91-65, 3 maç iç saha: 76-54
* Play-off skorlarında Efes 1. takımdır.



TAKIM KADROSU
Ayaktakiler: Tarık Sarıçoban, Faruk Rasna, Larry Richard, Tamer Oyguç, Mustafa Kemal
Bitim, Oktay Öztürk
Oturanlar: Tacettin Çıpa, Petar Naumoski, Gökhan Güney, Taner Korucu, Ufuk Sarıca, Volkan Aydın
Başantrenör: Aydın Örs



İMZA
SHANE LARKIN


"Tarihler 29 Kasım 2019'u gösterirken, sezona damgasını vuran Anadolu Efesli Shane Larkin, Sinan Erdem'de Bayern Münih potasına tam 49 sayı bırakırken, eşsiz bir rekora imza atıyordu."

İki sezondur EuroLeague'de harika işlere imza atan Anadolu Efes'in yeniden sportif başarı yakalamasıyla birlikte lacivert beyazlıların Sinan Erdem'deki maçları festival havasında geçmeye başladı. O festivalin kahramanı da sıklıkla Shane Larkin oldu...

Sinan Erdem'e 29 Kasım 2019'da gidecek Efes taraftarları bu yolculuk öncesi takımlarının, Bayern Münih'i rahat şekilde geçeceğini düşünüyordu. Bu da gayet normaldi, anormal olan ise Shane Larkin'in alev alan elinin ayarının olmamasıydı. “Acaba Shane Larkin yine acayip bir performans sergiler mi?” diye düşünürken, ABD'li yıldızın daha önce 40 sayı attığına da tanık olmuştuk. Ama dedik ya, bu seferki bir başkaydı. Larkin içeriye giriyor, turnikeleri bırakıyor, üçlükleri atıyor; Anadolu Efes, Sinan Erdem'de coşuyordu.

Lacivert beyazlılar, Bayern'e karşı devreye 57-40 önde girerken, Shane Larkin’in 25 sayısı vardı bile. İkinci yarıda da bir o kadar atsa, rahatlıkla rekor gelecekti. Ki 20 dakikada 17 sayı atması bile ona rekor getirecekti! Shane Larkin gibi üst düzey bir yıldızın bunu yapması çok zor değildi. Öyle ki, Sugar Shane 3 çeyrek sonunda 36 sayıya ulaşmıştı. Rekora 6 sayı kalmıştı. Ama çok yorulmuştu. Salondaki herkes galibiyetten emin olduğu için maça değil, Larkin’in kaç sayı atacağına odaklanmıştı. Basın tribünü de öyle…

EuroLeague’in sitesine girip, ufak bir inceleme yapınca o anki tablo şöyleydi... Efes’te oynadığı zaman, Kaspars Kambala’nın 2002 yılında Barcelona’ya; Fortitudo Bologna’dan
Carlton Myers’ın 2001 yılında Real Madrid’e; Peristeri’den Alphonso Ford’un yine 2001’de TAU Ceramica’ya ve Bobby Brown’ın Siena formasıyla Fenerbahçe’ye karşı attığı 41 sayı, EuroLeague rekoruydu. 4 oyuncunun paylaştığı bir rekor ve uzun zamandır geçilemiyordu. Özetle en son Bobby Brown da 2013 yılında, rekoru anca egale edebilmişti.

Biz maça dönelim yine. Shane Larkin’in yorgunluğu, normalde rahatlıkla attığı sayıları kaçırmasına neden oluyordu. Koç Ergin Ataman da, dinlenmesi için Larkin’i kenara almıştı. “Rekoru kıramayacak mı yoksa?” diye düşünülmeye başlanmıştı.. Ancak rekoru koklayan yıldız oyuncu, bir müddet sonra sahaya geri döndü.

Maçın bitimine 2 dakika 19 saniye kala, Leon Radosevic’ten sıyrılmayı başaran Shane Larkin turnikeyi bıraktı ve 43 sayı oldu. Rekor kırılmıştı ve Sinan Erdem Spor Salonu yıkılıyordu. Tarihi bir maça tanık oluyorduk, ama bu tanıklık anbean devam ediyordu.

Sonrasında birbirinden zor iki üçlük ve 49 sayı… Anadolu Efes’in Bayern’i 104-75 yenmesi de önemli ama ondan daha önemli bir şey vardı; EuroLeague rekoru kırılmıştı. Maçın ardından Shane Larkin’in yaptığı açıklama şu şekildeydi: Koç beni kenara çağırdı ve 'Sakin ol, 1 dakika dinlen, rekoru sen kıracaksın' dedi ve sonrasında başardım.

Anadolu Efes’in yeniden şahlanmasında başrol oyuncusu olan Shane Larkin, inanılmaz işlerine bir yenisini daha eklemişti. Hem de en en iyisini...

BU SEZON EUROLEAGUE ORTALAMASI
Maç sayısı : 25
İlk 5 : 15
Ortalama dakika süresi : 29.56
Ortalama sayı : 22.2
2 sayı yüzdesi : %55.6 (144'te 80 isabet)
3 sayı yüzdesi : %50.9 (173'te 88 isabet)
Serbest atış yüzdesi : %90.3 (145'te 131 isabet)
Ortalama ribaund : 3.1
Ortalama asist : 4.1
Ortalama top çalma : 1.3
Ortalama verimlilik puanı : 25.8



EMEKTAR
ERKAN VEYSELOĞLU


19 sezonda, 11 ayrı takımda tam 605 maç oynama başarısı gösteren Erkan Veyseloğlu,
'Her sene en üstte oynayan bir takımda oynamaktan ziyade, farklı farklı kulüplerden oluşan
bir kariyerim olması bana her koşulda ayakta kalmayı öğretti' diyor.

“Açıkçası kariyerime başlarken, böyle bir şeyi hayal etmiyordum. Genelde planlarımı sezonluk veya birkaç sezonluk hedeflediğim için böyle bir şeyi hiç düşünmedim. Fakat geçen seneye kadar kaç maç oynadığımla pek bir bilgim yoktu. Bir röportaj sırasında en çok oynayan oyuncu olduğumu öğrendim.

Aslında 'kariyerimde ne kadar ilerleyebilirim?' diye düşündüğüm zaman, geçen sezon oldu. Evet. Banvit olsun, Beşiktaş olsun birçok kulübün farklı dönemlerde formalarını giydim. Bunların bana kariyerim ve tecrübe açısından büyük bir zenginlik kattığını düşünüyorum. Birçok şehirde birçok takım arkadaşınız, yaşadığınız başarılar, başarısızlıklar oluyor.

Açık konuşayım; her sene en üstte oynayan bir takımda oynamaktan ziyade, bu şekilde bir kariyerimin olması; en zor koşullarda da, en iyi koşullarda da nasıl hareket etmem gerektiğini öğretti. Her şehrin kendine ait bir dinamiği, kendilerine ait artıları ve eksileri var. İstanbul içinde de birçok takımda oynadım. Buradakiler de kendi içlerinde farklı koşullar, farklı dinamitler barındırıyor.

Bu şehirlerin içine iki ilçeyi de dahil etmeliyiz: Karşıyaka ve Bandırma. Daha küçük şehirlerde ya da ilçelerde ilginin daha fazla olduğunu söyleyebilirim. Nitekim Karşıyaka’nın taraftarıyla bütünleşen bir yer olduğu şüphesiz Avrupa dahi bunu biliyor. Bandırma’da oynadığım senelerde de gerçekten, hemen hemen her maçta inanılmaz bir atmosfer yaşıyorduk.

Yani her şehrin kendine göre dinamikleri var. Küçük şehirlerde ve semtlerde sosyal olarak fazla bir şey yapılamayacağı için, basketbol maçlarına ilgi çok farklı düzeyde olabiliyor. Saha içinde, saha dışında pozitif şeyler yaşayabiliyorsunuz orada.

İstanbul’a ve diğer büyükşehirlere geldiğinizde, insanlar biraz daha seçici davranabiliyor maçlar için... Ve sezon içindeki ilerlemenize göre ilgi artıyor veya azalıyor. Büyükşehirlerde sosyal ortam çok daha fazla olduğu için bazen seyircilerin ilgisi az olabiliyor. Ama imkân olarak oyuncuların rahat ettiği, daha tercih edilebilen yerler, İstanbul, Ankara, İzmir gibi şehirler.

Şu anki takımım özel kulüp Daçka'ya gelirsek... Darüşşafaka’ya giren öğrenciler, Türkiye’in dört bir yanından gelen ve yatılı okuyan çocuklar. Buraya gelen öğrenciler, ilgiye, sevgiye ihtiyaç duyuyor. Neticede güzel bir sevgi ortamı olduğunu düşünüyorum. Bazılarıyla daha ilgili oluyoruz. Bazıları daha çekingen oluyor. Bir süre sonra daha sıcak davranmaya başlıyorlar.

Benim de iki çocuğum olduğu için onları da çok iyi anlayabiliyorum. Burada çok iyi insanlar olduğu için, güzel ilişkilerimiz var. Onları gördükten sonra, hayatta bazı şeylere takılmamayı, çok şanslı olduğumuzu görüyorum. Çünkü en azından sahaya çıkıp onlara güzel anlar yaşatabiliyoruz. Onlara güzel örnek de olabiliyoruz bazen. Bizim onları sevdiğimiz kadar, onların da bizi sevdiğini düşünüyorum. Güzel bir ortam. Fazla da bir şey söyleyemem. Çünkü sevgiden başka bir şey koyamıyorum bunun içine.

Kapanışta 605 maçlık rekoruma gelirsek, açıkçası Mehmet Yağmur ve Melih Mahmutoğlu’nun bu konuda beni geçeceklerini düşünüyorum. Hatta Mehmet Yağmur bir espri yapmıştı, “Seni geçeceğim” diye. Mehmet Yağmur’un çalışma etiği ve profesyonelliğine bakarsanız ve sayı anlamında da yüksek olduğu için onu söyleyebilirim. Melih Mahmutoğlu’nun kariyerinin ortalarında gibi düşünürseniz, şu an bu iki oyuncunun beni geçebileceğini söyleyebilirim.”

TİPLEME
- En beğendiğiniz koçlar?

- Selçuk Ernak, Andrea Trinchieri
- En beğendiğin oyuncu?
- Shane Larkin
- En iyi ilk 5'in?
- Bobby Dixon, Khalid El-Amin, Sammy Mejia, Chuck Davis, Ermal Kuqo
- En zorlu deplasmanlar?
- Partizan, Karşıyaka
-Tek kelime ile Darüşşafaka Tekfen
- Aile

NE KARİYER AMA...
Antbirlik 2000-2001
Pertevniyal 2001-2002 (2. Lig)
Fenerbahçe 2002-2004
Efes 2004
Beşiktaş 2004-2005 (Kiralık),
2006-2008, 2016-2019
Tuborg 2005-2006
Banvit 2008-2009, 2011-2014
Erdemirspor 2009-2011
Pınar Karşıyaka 2014-2015
Türk Telekom 2015-2016
Darüşşafaka Tekfen 2019-…
Süper Lig'deki maç sayısı: 605



10’A YELKEN
ZELJKO OBRADOVIC


"İçinde bulunduğu organizasyondan beslenen efsane koç, neden EuroLeague zaferlerinde çift hanelerin, yani 10. şampiyonluğun hayallerini kurup, o kupaya yelken açmasın ki?"

FATİH SABOVİÇ

Rakamlar… Hepsi geçmişte yapılanları anlatmak içindir. Tek gerçek ise bugün ve gelecektir” diyor Zelimir Obradovic Cepaç… Ama…

Yugoslavya’nın küçük kenti Çaçak’ta arkadaşlarıyla basketbol oynayan bir genç adam vardı. Zelimir Obradovic… Gelecekte dünya basketbolunun sayılı isimlerinden biri hâline gelecek olan Zelimir, girdiği tüm şut yarışmaları ve iddiaları kazanıyordu. Attığı üç sayılık basketler ise, ne çembere ne de panyaya çarpmadan direkt isabet buluyordu. Çıkan ses ve Obradovic’in şut istikrarı sonrası; yakın çevresindeki arkadaşları ona Sırpçada, “Fileleri kesen” yani, “Kesici” anlamındaki Cepaç (Okunuşu = Sepaç) lakabını taktılar.

Cepaç, Çaçak’taki kariyeri sonrası Partizan’a geçmiş ve ülkesi Yugoslavya’nın en iyi oyun kurucusu konumuna gelmişti. Saha içindeki bu hem yönlendirici hem de lider ruhunu koçluğa da yansıttı. Oyunculuk kariyeri sonrası önce genç, sonra A takımını çalıştırmaya başladığı Partizan ile İstanbul’da 1991-92 sezonunda o döneminki adıyla FIBA Avrupa Ligi olan günümüz EuroLeague’ini kazandı.

Sırp koç daha sonra Joventut, Real Madrid ve Benetton’la lokal ligleri de Avrupa turnuvalarını da kapsayan sayısız zafere imza attı. Ardından Panathinaikos serüveni başladı. Obradovic, bir koç bir camiaya ne kadar ait olabilirse o kadar ait oldu Panathinaikos’a… 13 sene görev yapıp kariyerinin kalfalık eserine özenle vücut buldurdu.

Ardından tecrübeli basketbol insanının yolu Türkiye ile Fenerbahçe organizasyonu ile kesişti. O güne dek hep temelin üzerine katları sakin sakin koyarak gelen Fenerbahçe, Obradovic’in katkılarıyla ve yapılan ciddi yatırımlarla arşa ulaştı! Sarı lacivertli camia sadece kendisinin değil, Türk basketbolunun tarihinde görülmeyen başarılara, ciddi bir istikrar grafiğine imza attı.

“Kazansan da, kaybetsen de ertesi sabah çalışmalısın” diyen, her türlü başarıyı kağıt üzerine döken rakamları yalnızca, 'teferruat' olarak gören koç; EuroLeague’de açık ara lider olduğu tablonun son altın taşını Fenerbahçe Beko organizasyonu altında kaldırdığı 9. kupayla koydu. Şimdilik Avrupa’daki son zaferine; EuroLeague kupasını ilk kaldırdığı yerde, yani İstanbul’da ulaştı. Ancak insan ister istemez şunu sorabiliyor; “10 olacak mı? Olursa, nerede ve nasıl olacak?”

Belki yazının başından beri ifade ettiğimiz noktayı farklı bir forma sokmak gerekiyor burada… Popüler kültüre ve pandemi sürecindeki gündeme selam çakarsak, Michael Jordan’a ve efsane takım Chicago Bulls’a keskin bir bakış atmamızı sağlayan The Last Dance’e değinmekte fayda görüyorum.

Bulls’un zaferlerinde -nazarımda belli noktalarda- ‘haksızlık edildiğini’ düşündüğüm Jerry Krause, saha dışı lideri koç Phil Jackson ve saha içi lider Jordan ile takımın geri kalanının güç birliği ortada…

Demem o ki; rakamlar bazen Obradovic’in dediği gibi bir teferruattır. Bazense, size son bir motivasyon verecek kadar büyüktür; tıpkı The Last Dance’te Jordan ve arkadaşları için 6. -ve zirve- şampiyonluğun yer edindiği gibi…

Senelerdir Fenerbahçe’yi istikrarlı şekilde Final Four’a taşıyan Obradovic için de, rakamlar ne kadar ‘teferruat’ olsa da bence ‘önemli’… İçinde bulunduğu organizasyondan beslenen koç, neden EuroLeague zaferlerinde çift hanelerin, yani 10 şampiyonluğun hayallerini kurmasın ki?

Eminim ki Türk basketbol severlerin tek bir dileği var; Obradovic’in Türkiye’ye geldiği ilk basın toplantısında, “Burası evim olacak” dediği, Fenerbahçe yönetiminin ise son tahlilde, “Burası Obradovic’in evi” dediği yere pandemi sonrası dönüp, 10’a yelken açması…

EUROLEAGUE ŞAMPİYONLUKLARI
Partizan 1992
J. Badalona 1994
Real Madrid 1995
Panathinaikos (5) 2000,
2002, 2007, 2009, 2011
Fenerbahçe 2017



MAKİNE
CHRIS LOFTON


"25 Nisan 2009'da Mersin BŞB'nin sahasında TED Ankara Kolejlileri 116-70 mağlup ettiği maçta 61 sayı kaydeden sayı makinesi Lofton, 17 isabetli üçlük ile Türk basketbol tarihine geçti..."

Türk basketbolunu son 5-6 yıldır sıkı bir şekilde takip edenler, Chris Lofton’ı Beşiktaş zamanından bilir. Özellikle uzaktan attığı son saniye basketleriyle. 2014-2015 sezonunda, Akatlar’da oynanan Pınar Karşıyaka maçında, kendi sahasından attığı inanılması zor bir basketi var ve o üçlük hâlâ akıllarda. Torku Konya’ya karşı da benzer bir son saniye basketi vardı. Bunlar gerçekten normal basketler değildi. Ama bahsettiğimiz kişi Chris Lofton olunca, anormal dış atışlar onun için basit bir turnike atmak gibiydi.

NCAA kariyerinde, New York Knicks’in efsane skoreri Allan Houston’ın rekorunu kırmış bir isimden bahsediyoruz. 4 sezonda 346 üçlük isabetiyle, Tennessee Üniversitesi’nin en fazla 3 sayılık basket kaydeden oyuncusundan. Sezon sonunda da toplam 367 dış atış isabetine ulaşan Lofton, Güney Doğu Konferansı’nın rekorunu Pat Bradley’in elinden aldı.

Fakat Lofton, tam da adı NBA ile anıldığı zamanlarda önemli bir sorunla karşı karşıya kaldı. Bir doping testi sonucunda, tesadüf eseri testis kanseri olduğu çıktı. 2008 yılındaki NBA Draftı’nda da seçilmesine kesin gözüyle bakılıyordu ki, bu rahatsızlık ona NBA kapısını kapatmıştı.

Kısa sürede testis kanserini yenmeyi başaran Chris Lofton, bu süreçte formdan düştü; ama toparlanmasını bildi. NBA’i zorlamayan Lofton’ın profesyonel kariyeri Mersin’de başladı. ABD yerine Mersin’de...

Bilemeyiz bazı şeyleri. Birçok NCAA yıldızı, NBA’de kaybolup gidiyor ve Lofton onlardan biri olabilirdi. Her şerde bir hayır var denir hani. Lofton’ın Mersin Büyükşehir Belediyespor (Mersin BŞB) kariyeri de tam da bu şekilde hayırlı oldu.

Ahmet Kandemir yönetimindeki Akdeniz ekibi, iyi bir sezon geçiriyordu. Chris Lofton’ın sezonu da doğru orantıda; hatta üstünde geçiyordu. Sadece 2 maçta çift haneli sayıların altında kalan Lofton, ilk inanılmaz maçını Fenerbahçe’ye karşı oynadı. Mersin BŞB’nin sahasında Sarı Kanarya’yı 96-82 yendiği maçta 20’de 13 dış atış isabetiyle 47 sayı kaydetmişti. Neredeyse takımın toplam sayısının yarısı.

Ama asıl üçlük yağmuru, TED Ankara Kolejliler karşısında olacaktı. TED o zaman parlak bir sezon geçirmiyordu ve sadece 3 galibiyet alarak ligden düşmüştü. 25 Nisan 2009’a gelindiğinde, Edip Buran Spor Salonu’nda maçı izleyenler de bir tarihe tanıklık edeceğini bilmiyordu. Mersin BŞB, TED Ankara Kolejliler’e 46 sayı fark attı: 116 - 70. O farkı oluşturan isim de Chris Lofton.

TED’den 9 sayı daha az atan Lofton, 61 sayının, 51'ini üçlük olarak atmıştı. O maçta 22’de 17 dış atış isabeti geldi ki, bu da lig tarihinin bir maçta atılan en çok 3 sayılık basketi anlamına geliyordu.

Normal sezonu %46.93 dış atış isabeti ve 20.1 sayı ortalamasıyla tamamlayan Lofton, Mersin Büyükşehir Belediyespor’un 7. sıradan play-off’a girmesinde büyük rol oynamıştı. Ancak Akdeniz ekibi, dönemin kuvvetli takımlarından Türk Telekom’a çeyrek final serisinde elenmekten kurtulamamıştı.

Sezon sonunda Chris Lofton’ın başarılı performansları, ona Baskonia’nın kapısını açsa da, genel olarak 2009-2013 yılları arasında (2010-2011 sezonu hariç; çünkü şimdiki adı NBA G-League’de Iowa Energy’de forma giymişti) İspanya macerası, gerek sakatlıklar gerekse fiziksel sorunlar nedeniyle parlak geçmedi.

2013-2015 yılları arasında Beşiktaş ile 2 sezon ter döken Lofton, Kara Kartal’ın bu süreçteki en etkili ismi olsa da, takımla birlikte istediği başarıları yakalayamadı. ABD’li oyun kurucu, ilerleyen yıllarda Le Mans Sarthe formasıyla Fransa’da kupalar kaldırmayı başardı. Lofton, son olarak bu sezon Güney Kore’de Seul Knights forması giydi.



DİŞİ KOBE
DIANA TAURASI


“Şut fundamentalinin muazzam olması ve hem şutör hem de skorer yapısı, namı diğer Dişi Kobe'nin WNBA'in tüm zamanların en skorer (8563 sayı) oyuncusu olmasını sağladı. Yolu ülkemizden de geçen Taurasi, kırdığı rekorlarla parkede derin izler bıraktı."

Şunu net bir şekilde söyleyelim; basketbol basketboldur. Ancak fiziksel durumlar ve geçmişin de getirisi, yapılan organizasyonlar, her zaman erkeklerin oynadığı basketbolu daha ön plana çıkarmıştır. Smaçlar, göze daha estetik gelen hareketler vs. Ancak kadın basketbolu da, 1990’ların sonlarında WNBA’in kurulmasıyla canlanmaya başladı. 2000’li yıllarda da özel yeteneklerin olduğu isimleri izledik. Kuşkusuz bu isimlerin en başında da Diana Taurasi var.

Kadın basketbolcuların neredeyse tatili yok. Daha doğrusu birçoğunun... Türkiye, Taurasi’nin ismini Fenerbahçe’ye transferiyle sıkça duymaya başladı. 'Dişi Kobe' olarak da nitelendirilen Taurasi, kariyerinin zirvesinde İstanbul’a gelmişti; ama her şey profesyonel kariyerinden önce başlamıştı.

Kolej kariyerinde Connecticut Üniversitesi’nde forma giyen Diana Taurasi, 2002-2004 yılları arasında üst üste 3 sezon şampiyon olan Huskies’in yıldızıydı. 2 kez NCAA’de en iyi 5’e seçilen Taurasi, üniversitesinin tarihinde bir ilk olurken, 4 sezonda 2000 sayı, 600 ribaund ve 600 asist barajını aşmıştı. Bu da, kendisinin Phoenix Mercury’nin 2004 WNBA Draftı’nın ilk sıradan seçilmesini sağladı.

Diana Taurasi’nin zirve yılı 2009 oldu. Yazın Phoenix Mercury’nin ikinci WNBA şampiyonluğunda inanılmaz işler çıkaran Dişi Kobe, 31 normal sezon maçının hepsinde ilk 5 başlarken 20.4 sayı, 5.7 ribaund 3.5 asist, 1.4 blok ve 1.2 top çalma ortalamalarıyla MVP ödülüne layık görüldü ve kupanın gelmesinde başroldeydi.

Birkaç ay sonrasında da kış sezonu için Fenerbahçe’ye transfer oldu. Fakat Taurasi, kariyerinin zirvesinde olduğu bu dönemde, Türkiye’de skandal bir doping testi hatası neticesinde, sarı lacivertlilerde doğru düzgün forma giyemedi. Taurasi, Türkiye’deki ertesi sezonunu Galatasaray ile geçirdi ve sadece Türkiye Kupası sevinci yaşayabildi.

Diana Taurasi, Mercury’deki etkili oyunlarını, Avrupa’da oynadığı Rus ekiplerinde gösterdi ve sayısız başarılara imza attı. Keşke Taurasi’yi Türk takımlarında daha çok izleyebilseydik…

Peki, Taurasi’yi bu kadar iyi skorer yapan şey neydi? Öncelikle doğru pozisyon alması, her şeyin başında geliyor. Şut stili de o kadar düzgün ki, bugün THY EuroLeague’de oynayan bazı guardlardan daha iyi şut stiline sahip. Bu sayede de istediği isabetleri bulan Diana Taurasi, dış atışlarda bir o kadar başarılı oldu.

Şut fundamentalinin kadınlar arasında bu kadar muazzam olması ve hem şutör hem de skorer yapısı, onun 'Dişi Kobe' olmasını sağladı. Künyesine bakmanız, Taurasi’nin rakamlarda nasıl bir efsane olduğunu anlatmaya yetecektir. Ama o bile parkede onu izlediğinizde oluşan hayranlık hissini vermeyecektir...

EŞSİZ KOLEKSİYONU VE REKORLARI
WNBA tüm zamanların en skorer oyuncusu (8563 sayı)
WNBA bir sezonda en çok sayı (860)
WNBA tüm zamanlar en çok isabetli şut sayısı (2726)
WNBA bir sezonda en çok isabetli şut sayısı (296)
WNBA tüm zamanlar en çok 3 sayılık basket kaydeden oyuncu (1106 isabet)
WNBA tüm zamanlar en çok serbest atış isabeti kaydeden oyuncu (2005)



EŞSİZ
MICHAEL JORDAN


"1996 yılındaki o Boston-Chicago serisi inanılmazdır. Jordan'ın 63 sayılık eşsiz performansını belki de en iyi Larry Bird özetledi:Tanrı bugün sahadaydı; Michael Jordan kimliğine bürünmüştü...”

MURAT MURATHANOĞLU

Michael Jordan'ı tek bir rekoru üzerinden değerlendirmek tabii ki ona haksızlık olur. Ama madem rekorlar sayısı yapıyoruz o zaman 1996'daki o unutulmaz Chicago Bulls - Boston Celtics maçında NBA'in play-off'lar rekorunu kırdığı 63 sayının hikâyesini hatırlayalım... Michael Jordan’ın 63 sayısı olağanüstü bir şey. Michael Jordan, sakatlıktan yeni dönmüştü ve hatta ona 14 dakikalık bir uygulamaya tabi tutuluyordu..

Chicago Bulls yönetimi, draft'ta onun yanına çok iyi bir oyuncu seçebilmek için, 'sağlığını' bahane ederek onu çok az oynatıyordu. O tarihi maçta Larry Bird'ün de yer aldığı Boston Celtics kadrosuna karşı Michael Jordan, play-off ilk turu 2. maçında 63 sayı kaydederek bugün bile hâlâ kırılamayan efsane rekora imza atmıştı...

Rekora imza atmıştı atmasına ama; Bird ve tayfası iki uzatma sonucunda karşılaşmayı 135-131 kazanmıştı. Zaten o Boston serisi inanılmazdır. 63 sayıyı belki de en iyi Larry
Bird özetledi. Bird’ün, “Tanrı bugün sahadaydı; Michael Jordan kimliğine bürünmüştü” demesi, onun nasıl bir performans sergilediğini çok iyi anlatır.

O dönemin Boston’ı da inanılmaz bir takımdı. Basketbolda Michael Jordan gibi özel yetenekler var; ama özel kişiler olamaz yani. The Last Dance'ı (Son Dans) izlemişsinizdir. Bu kadar rekabetçi, bu kadar kendisi ile ilgili söylenen olumsuz şeyleri, söyleyenin suratına şamar gibi indirmekte odaklanmış birisinin bir daha gelmesi çok kolay olmayacak.

Buna en yakın isim ocak ayında hayatını kaybeden Kobe Bryant idi; ama Jordan ile Kobe arasında çok fark var. Zaten Wilt Chamberlain’ın rekoruna da, en fazla 81 sayı ile Kobe yaklaştı. Bugünün NBA’inde böyle bir şey olabileceğini açıkçası ben fazla göremiyorum.

Oyuncuların birbirleriyle ilişkileri, takım rekabetleri o kadar değişti ki… Şimdi bir telefon açıyorsun, “Sezon sonunda Chicago’da buluşalım. Gelmek ister misin?” diyor. Eskiden oyuncular, birbirlerinin kafalarını koparmak istiyorlardı. 'NBA o rekabetçiliği tekrar yakalayabilir mi?' bilmiyorum; ama bu bahsettiğimiz özel oyuncular, Michael Jordan, Wilt Chamberlain gibiler... Onların istatistikleri hangi dönemlerde oynarsa oynasınlar, hiçbir şekilde fazla aşağı inmezdi diye düşünüyorum.

Jordan ile ilgili olarak, belgeselde beni en çok etkileyen şeylerden bir tanesi, o kadar çaba sarf edip tek şeye odaklanıyor... Hakikaten oynarken bire bir benzerinin bir daha gelmeyeceği belli olduktan sonra, bu kadar insanı kırma, bu kadar acı çekme ve dünyanın en yalnız insanı olma… Beni çok etkilemiştir.

ABD'lilerin, “Dilediğine dikkat et” diye bir lafı vardır. Büyük hedeflerin hepsine ulaştı. O sahneyi izlediniz mi bilmiyorum; ama o kanepede yatarken masanın üzerinde meyve suyu, şarap bardağı, önünde de dev bir ekran. Hayatı o olmuş. Zaten orada çok güzel bir söz söylüyor, “Kimse Michael Jordan olmanın bedelinin ne olduğunu bilmiyor. Herkes bir günlüğüne, bir maçlığına Michael Jordan olmak ister; ama bir ömür boyu Michael Jordan olmak istemez” diyor. O beni çok etkiledi.

MAJESTELERİ'NİN REKORLARI
En çok sayı kralı olan oyuncu: 10 kez
Bir play-off maçında en çok sayı: 63
Bir play-off maçında en çok isabetli şut: 24



10 PARMAK 11 YÜZÜK
BILL RUSSELL


“5 kez MVP, 4 kez de ribaund kralı olan Bill Russell’ı NBA’de büyük bir efsane yapan en önemli unsur, Celtics ile 8'i art arda toplam 11 kez kazandığı şampiyonluklardı. Öyle ki yüzük sayısı ellerindeki parmaklardan bile fazlaydı!”

Basketbol, yarım asırda çok ama çok değişen bir spor oldu. Artık hiçbir şey, eskisi gibi değil. 1960’lı yılları da günümüzle pek mukayese edemeyiz. En basitinden 3 sayı çizgisi yoktu, her çeyrek başında hava atışı yapılırdı, şut süresi daha fazlaydı.... Oyuncuların fiziksel yapısı da çok farklıydı. Günümüzdeki gıda takviyeleri, çeşitli ölçümler yoktu. Bu da oyuncuların boyunu da etkiliyordu.

Basketbolcuların fiziksel yapıları da, 1960’ların basketbolunu ciddi bir biçimde etkiliyordu. O yıllara damga vuran iki isim vardı; bunlardan biri Wilt Chamberlain diğeri de Bill Russell’dı. Günümüzde 2.08 metre boyunda ve 97 kilo olan bir oyuncuyu 3 ve 4 numaralı pozisyonlarda (kısa forvet ve uzun forvet) oynatabilirsiniz ve muhakkak şutu olmasını beklersiniz.

Ama 1960’larda bu fiziğe sahipseniz ve atletik bir yapınız varsa, iyi de savunma yapıyorsanız, bir pivot olarak oyunu domine edebilirdiniz. Bugün Bill Russell’ın boyunda pivotlar yok değil; Al Horford bunlardan biri. Şimdi Horford, Joel Embiid’in yedeği olsa da, ilk 5 başladığı Atlanta Hawks veya Boston Celtics’in süperstarı değildi. Ayrıca Al Horford ve Bill Russell, teknik olarak birbirinden çok farklı iki oyuncu.



Bill Russell’ı NBA’de büyük bir efsane yapan en önemli unsur, Art arda 8 şampiyonluk kazanan Celtics’te hep yer alması ve toplamda 11 şampiyonluğu bulunmasıdır. Yani kazandığı şampiyonluk yüzükleri, ellerindeki 10 parmağından fazla. Bu nedenle de, günümüzde NBA Final Serisi’nin en değerli oyuncu ödülüne kendisinin adı verilmiştir.

Bu efsaneyi oluşturan unsurun kaynağına gelince… Başta belirttiğimiz fiziksel özellikleri sayabiliriz. Uzun boylu olmanın çok büyük bir avantaj olduğu o dönemlerde 3 sayılık basket diye bir şey yok. Topu içeriye indirip en uzun adamınıza vermeniz ve onun da rahat bir şekilde topu potaya bırakması kafi oluyordu.

Wilt Chamberlain, Nate Thurmond, Willis Reed ve Bill Russell gibi dönemin uzunları, bu şekilde öne çıkan isimler olmuştur. Lakin Chamberlain ve Russell; LeBron James ve Kobe Bryant gibi 1960’ların ultrastarlarıydı. Chamberlarin’ın fiziksel üstünlüğü, diğerlerine göre daha fazlaydı; 2.11 metrelik bir uzunu bire birde o dönem durdurmak imkânsız gibi bir şeydi. Bill Russell hariç. Russell, Chamberlain’ın bir gammerıydı. Döneminin ötesinde bastığı smaçlar, sıçrama özelliği ve yıpratıcı savunması, Chamberlain ile birlikte Thurmond gibi kendisinden uzun pivotları ekarte etmeyi sağlıyordu. Savunmada doğru pozisyonları alıp ribaundları daldan elma gibi toplaması da cabası…

Tabii ki Bill Russell tek başına bu şampiyonlukları elde etmedi. Celtics’in efsane antrenörü Arnold ‘Red’ Auerbach’ın hızlı hücuma dayalı oyunu, kazanılan şampiyonluklarda çok büyük rol oynadı. Bob Cousy, K.C. Jones, Sam Jones ve John Havlicek gibi kısaların, ulaşabileceği yükseklikte uzun mesafeli paslarla Bill Russell’ı beslemesi de bir hayli önemliydi. Bill Russell, şut stili ile bugün için sönük kalsa da, atletik yapısı, savunmacı yanı ve ribaundlardaki etkisiyle döneminin ötesinde bir basketbolcu olmayı başarmış; NBA’in çehresini değiştiren isimlerden biri oldu. Bize de kendisine derin saygı duymak düşer.

BOSTON ŞAMPİYONLUKLARI
1957, 1959, 1960, 1961, 1962,
1963, 1964, 1965, 1966, 1968, 1969



EVEREST

Chamberlain'in 1962 yılında New York'a 100 sayı attığı maçın kitabını yazan Gary Pomerantz, "Bu karşılaşma bireysel rekorların Everest'idir. Wilt Chamberlain yetenekleriyle bu dünyanın dışından gibiydi" diyor.

WILT’İN DEVAM EDEN BAZI REKORLARI
- Bir maçta en fazla ribaund: 55 (24 Kasım 1960)
- Bir sezonda sayı ortalaması: 50.4 (1961-62)
- En fazla 60 sayılık maç: 32
- Kariyer ribaund ortalaması : 22.9
- Kariyer süre ortalaması: 45.8 dakika

RÖPORTAJ: ALP ULAGAY

Wilt Chamberlain, NBA’in henüz emekleme dönemlerine her anlamda damga vurmuş büyük bir yıldızdı. O döneme göre çok uzun ve iri kalan 2.16 metre boyunda 120 kg’lik bir devdi, ligin en çok para kazanan oyuncusuydu. En iyi otomobile o biner, en fazla o eğlenirdi. Ve saha içinde de rekorları o kırardı. Basketbolu bırakmasının üzerinden 47, ölümünün üzerinden 20 yıl geçtikten sonra bile 68’i bireysel toplam 72 NBA rekorunu hâlâ elinde tutuyor.

Ama bunların arasında biri var ki hepsinden çok biliniyor. 2 Mart 1962’de Philadelphia Warriors formasıyla New York Knicks’e attığı 100 sayı. Bugün de kırılması imkânsız görünen bu rekoru, o maçın kitabını yazan ABD'li yazar Gary Pomerantz’la konuştuk.



- Çocukluğunuzda oynanan 100 sayılık o meşhur maçı hatırlıyor musunuz?

- Ben Los Angeles'ta 1960'ta doğdum ve orada büyüdüm. Bu sebeple rekor maç sırasında sadece iki yaşındaydım. Ama çocukken bir basketbol tutkunuydum. Ben 12 yaşındayken, yani 1971-72 sezonunda Wilt Chamberlain Los Angeles Lakers'ta pivot olarak oynuyordu. Artık kariyerinin sonuna yaklaşmıştı. Sürekli halter kaldırmaktan tüm vücudu kaslarla kaplıydı. Artık, sahada bir potadan diğerine giderken ağır hareket ediyordu ve meşhur sarı kafa bandını takıyordu.

O 100 sayılık maç hakkında her şeyi duymuştum ve şöyle düşünmüştüm: “Bu adam bir maçta nasıl 100 sayı atmış olabilir?” Çünkü 1972’de artık maç başına sadece dokuz şut kullanıyordu ve ağırlıkla bir savunma oyuncusuna dönüşmüştü.

- 1971-72 Wilt’in Lakers’taki sondan önceki sezonuydu. Siz 12 yaşındaydınız. O yaşta bunun mümkün olabileceğini düşündünüz mü?

- Yanıtım net şekilde: Hayır. “O tamamen kaslı adamın 100 sayı atması kesinlikle mümkün değil” diye düşünmüştüm. Ama 30 yıldan fazla bir süre sonra araştırmaya giriştiğimde, Chamberlain'in 1961'de çok farklı yapıda bir oyuncu olduğunu anladım. 2.16 metre boyunda, 120 kilo, kaslı ama ince bir oyuncuydu.

NBA tarihindeki harika görüntüleri düşündüğünüzde, Kareem Abdul-Jabbar'ın skyhook atışı, Dr.J’in (Julius Erving) muazzam smacı, Michael Jordan'ın havada asılı kalması, Magic Johnson'un bakmadan verdiği paslar ve belki Bob Cousy'nin usta top sürüşü aklınıza gelebilir. Ama bunlara bir görüntü daha eklesek bu da Wilt Chamberlain'in 1961-62'de hızlı hücumda bütün sahayı kat edişi olurdu. Her adımında parkede sekiz metreden fazla ilerlerdi. Onunla parkede rakip olan oyuncularla ve takım arkadaşlarıyla görüştüğümde, özellikle de rakipleri ondan hep derin bir saygıyla bahsetti. Kısacası Chamberlain yetenekleriyle bu dünyanın dışından gibiydi.

- Wilt o akşam tam 63 şut kullanmış! Çok yüksek bir rakam değil mi?

- Doğru ve bunların 36’sını da basket yaptı. Wilt en başta 48 dakika içinde 63 şut kullanmış olmaktan utanırdı. Ama biraz yaşlanınca, bunun onun imza anı olduğunu fark etti ve bu rakama sarıldı. Sokakta yürüdüğünde insanların ona bakıp “NBA'de bir maçta 100 sayı atan adam” diyeceğini biliyordu.

- O sezonu maç başına 50.4 gibi inanılmaz bir sayı ortalamasıyla tamamlamıştı. Yine de 100 sayı atacağını öngörenler var mıydı?

- Wilt kaçırılmaması gereken bir gösteriydi. Herkes maç başına ortalama 50 sayı atan ve bir maçta 100 sayı atan o adamı görmek istiyordu. 50 sayı onun o sezon ki ortalamasıydı. Aynı sezonun başlarında 73 sayı atmıştı, daha sonra üç uzatmalı maçta 78 sayı atmıştı. Şimdi inanmak zor, ancak antrenörler, oyuncular ve spor yazarları aslında bir gün bunun, yani 100 sayının olacağını tahmin ediyordu.

O GECE 32’DE 28 ATMASI GERÇEK BİR MUCİZEYDİ

- Acaba kötü bir serbest atış yüzdesi olmasına karşın o gece 32 atıştan 28’ini çemberden nasıl geçirdiği hakkında bir fikriniz var mı?


- Wilt o gece 32’de 28 attı. Bu yüzde 87’lik bir başarı demek. Üstelik o sezon boyunca sadece yüzde 61’le serbest atış kullanmıştı. Korkunç kötü bir serbest atıcıydı. Çok daha sonraları, Muhammed Ali ile bir gösteri maçı yapması söz konusu olduğunda, babası ona, “Serbest atış idmanı yapmak için zaman harcasan daha iyi olmaz mı?” demişti. Korkunç kötü bir yüzdeyle serbest atış kullandığı için stilini sürekli değiştirdi.

Serbest atış çizgisinde bir bu yana geçti, bir diğer yana geçti. Topu fırlatmayı denedi. Hatta o sezon boyunca karpuz stili atışı bile denedi. Topu, bacakları ve dizlerinin arasına kadar indirir ve potaya fırlatırdı. Ligde ve hatta takımında bu stili kullanan tek oyuncu o değildi. Eskiden bu stil biraz daha yaygındı. Yine de saçma görünüyordu. Ve bu onun sahadaki en az atletik hareketiydi. Neredeyse anaokulu sandalyesine oturmaya çalışan bir yetişkin gibi görünüyordu! O gece 32’de 28 attı. Bu gerçek bir mucizeydi...



BEYAZ ADAMIN OYUNUNU DİKEY HÂLE GETİRDİ

- Sizce 100 sayılık rekorun spordaki tüm rekorlar arasında nasıl bir yeri var?


- Bana göre, bu maç spordaki bireysel rekorların Everest'idir. Hiç kimse buna yaklaşamadı bile. O günden beri kimse 95, 90 ya da 85 atmadı. En çok yaklaşan 2005’te Kobe Bryant'ın 81 sayısı oldu. Kobe'nin 81 sayısının Wilt'in 100'ünden daha etkileyici olduğu iddiası var. Çünkü o dönemde Wilt çembere Kobe’den daha yakın oynuyordu.

Bence burada gerçekten önemli olan her iki maçın da bağlamını akılda tutmak. Hem Wilt hem de Kobe, ligin son sırasındaki takımlara karşı bu büyük skora ulaştı. Ancak Wilt'inki değerlendirirken o zaman ABD'deki duruma da bakmak lazım.

Wilt 1959'da NBA'ye geldiğinde, basketbol büyük ölçüde yatay bir spordu. Şutörler şut çekerken zıplamazdı bile. Wilt bu oyunu dikey hâle getirdi, çemberin üzerine çıkardı ve şimdiki benzersiz hâline getirdi. Üstelik, beyaz adamın hâkim olduğu bir alana giriyordu. O sırada NBA'de, en ünlüleri Bill Russell, Elgin Baylor ve Oscar Robertson olan başka Afro-Amerikalı oyuncular da vardı.

Eşsiz yetenekleri ve ihtişamı nedeniyle, bir spor yazarı Wilt'in fiziğini New York siluetiyle karşılaştırmıştı: 78 cm’lik ince bir beli üzerindeki çok geniş göğsü yüzünden çok yakından ona bakamazdınız. Bedeni bir mucizeydi. Hatta NBA’in diğer bir ünlü oyuncusu Dolph Schayes, Tanrı'nın oyunu oynamak için yarattığı en mükemmel enstrüman olarak adlandırmıştı onu.

O MAÇ 'AYA SEYAHAT' GİBİYDİ

- Bu efsane maçın TV yayını var mıydı?


- Maç sezonun sonuna doğru oynanmıştı. Televizyon yayını yoktu, maç radyoda da yayınlanmadı. Ayrıca çok az spor yazarı vardı. Kısacası maçı çok az kişi izleyebildi. Bu karşılaşma biraz 1960'ların sonundaki ‘aya seyahat’ gibiydi. Bundan şüphelenenler vardı biliyorsunuz. Neil Armstrong'un aya ayak basışının bir Hollywood stüdyosunda sahnelendiğini düşünüyorlardı. Böyle bir efsane vardı. Bu maçla ilgili de sporda bazen rastlanan bu gizem vardı. Ama böyle bir maç oynandı! Benim için de yıllar sonra bu karşılaşmayı araştırmak çok eğlenceli oldu.



- Kitabınızda o akşam iki fotoğrafçının salonda olduğunu yazmıştınız. Kitaba koyduklarınız, bu maçta çekilen yegâne fotoğraflar mıydı?

- Haklısınız, çünkü maçta önce Harrisburg'daki yerel gazeteden bir fotoğrafçı vardı; ama maçtan erken çıkmıştı. Sonra o gazetenin arşivlerinde onun çektiği birkaç fotoğrafı buldum. O akşam bir de görev başında olmayan bir Associated Press fotoğrafçısı vardı. 10 yaşındaki oğlunu doğum günü hediyesi olarak maça getirmişti. Potalardan birine yakın oturuyorlardı. Bu fotoğrafçı, Wilt'in attığı sayı 80'lere tırmanırken bunun dikkate değer bir şey olduğunu fark etti. Oğluna, beklemesini söyleyip fotoğraf makinesini almak için otomobiline gitti. Benim kitabımın ön kapağında da yer alan şu pozu çekti: Kendisine
dokunmak isteyen çocukların arasında başını eğmiş sahadan çıkmakta olan Wilt! Bu fotoğrafı çeken muhabir Paul Vathis’ti ama fotoğraf asla dolaşıma girmedi.



Fotoğrafı ilk bulduğumda gerçekten şoke oldum. Harika bir fotoğraftı! Ama Vathis aynı zamanda soyunma odasında çok daha meşhur diğer fotoğrafı da çekti: Takımın basın sorumlusunun bir defter sayfasına yazdığı ‘100’ sayısını elinde tutarken gülümseyen Wilt'in pozu. Bu, gerçekten de maçtan bugüne kalan en önemli görüntüdür. Ama bu bile maç sırasında değil, karşılaşmadan sonra çekilmişti. Eğer Vathis orada olmasaydı bu maç sadece istatistik kağıdında ve orada olanların anılarında yaşayacaktı.

- Maçın Hershey'de oynanması üzücü olmuş. Philadelphia'da oynansaydı çok farklı olabilirdi…

- Çok farklı olabilirdi ve ortam kesinlikle çok farklı olurdu. Biliyorsunuz, Hershey çikolatalarıyla ünlü bir kasaba. O zamanlarda NBA büyük şehirlerin dışındaki seyircileri de bu spora çekmeye çalışırdı. Warriors da o sezon Hershey'deki sekiz bin kişilik salonda üç maça çıktı. Ancak Wilt'in 100 sayı attığı gece koltukların yarısı boştu! Bugün gençlere anlatmak zor; ama NBA o zaman göz alıcı ve gösterişli bir lig değildi. Gerçekten ulusal çapta bir basketbol lig bile değildi, çünkü sadece dokuz takım vardı ve bunların sekizi St. Louis’in doğusundaydı. Batıda sadece bir takım vardı, bu da Los Angeles Lakers'tı. NBA o zaman bir Doğu Yakası ve Ortabatı Ligi gibiydi.

- Hershey’deki salonda çemberlerin eğikliğiyle ilgili iddia ne kadar doğru?

- Rakip Knicks takımı da daha sonra çemberlerin eğik olduğundan şikayet edecekti. Bunun doğru olduğunu biliyorum, gerçekten de eğikti çemberler. Ama Knicks için de eğikti. Hershey'deki salona sirk geldiği zaman sirki kurabilmek için potaları kenara iterlerdi. O günlerde salon gizlice giren gençler de yanlarında bir basket topu getirecekler, palyaçoların sıçrama tahtalarını ödünç alacaklar ve onlar gibi koşup sıçrayarak smaç yaptıktan sonra çembere asılacaklardı. Böylece çembere biraz asılıp eğmişlerdi. O zamanki NBA öyleydi, yeni çember satın almadılar bile.



YILDA 75 BİN DOLARLA EN ÇOK KAZANAN OYUNCUYDU

- Biraz da kazandığı paradan bahsedelim. Onu, o dönemin bir beyzbolcusu veya Amerikan futbolcusuyla karşılaştırabilir miyiz?


- Evet, kesinlikle çok iyi kazandı. 1961-62’de NBA'deki diğer oyunculardan daha fazla, yılda 75 bin dolar kazanıyordu. Mesela bir yarış atı vardı. Harlem'de, Small's Paradise adlı tarihi bir gece kulübüne sahipti. O alınca tabelaya adını eklediler ve ‘Big Wilt's Small's Paradise’ oldu. Komedyen Red Foxx, Etta James ve Cannonball Adderley gibi ünlü müzisyenlerin bulunduğu o salondaydı. Harlem'e, hatta New York'un tamamına sahipmiş gibi dolaşırdı.

- Son yıllarında başka bir sayı girdi hayatına: 20 bin. Bu iki sayı arasında bir paralellik kuruyor musunuz?

- Wilt’in hayatını iki sayı özetler: 20.000 ve 100. 20.000, o saçma cinsel fetih övüncü içindir. Hayatında 20 bin farklı kadınla yattığı iddiasını biliyorsunuz. Ve 100 de, Hershey'deki o maç için. Her şeyin büyük olmasını gerektiren bu Golyat sendromuna sahipti. Sanırım bu örnekte New York Knicks’i, hatta bütün bir sporu kendi isteğine göre eğip bükme eğilimi de bununla alakalıydı.

1962'deki o kararlılığı, yıllar sonra bu cinsel fetih ihtiyacına dönüştü. Dürüst olmak gerekirse, Wilt için üzücü olan şey, bunu kötü bir şekilde hesaplamış olmasıdır. Bu yüzden son yıllarında kendini bir karikatür ve parodi hâline dönüştürdü.


YORUMLAR

  • 0 Yorum